YAYINEVLERİ GEÇİCİ, YAYINLAR KALICIDIR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 03.09.2023

Çocukken okuduğum kitapların gönlümde apayrı bir yeri vardır. Kütüphaneli bir evde büyüdüğüm için de kendimi çok şanslı addediyorum. Biz kitap kokusuyla büyümüş bir nesiliz. Bilhassa basım yılı yaşımdan büyük olan kitaplara her zaman derin bir hürmet duymuşumdur. Zaman içerisinde biz de büyüdük ve belli bir yaşa geldik. Bir kitapsever olarak yayıncıların kurnazlığına yakından şahit oldukça midem bulandı.

Yazımın başlığını Türkiye'deki bütün yayınevlerinin kapısına asmak ve yayıncıların kafasına sokmak gerekiyor. Çünkü Türk Edebiyatı'na büyük zararlar vermelerine rağmen kendilerini halen dev aynasında görüyorlar. Bundan dolayı asla vicdan azabı duymuyorlar ve ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika'nın kemiklerini sızlatmaya devam ediyorlar. Bir eserin niteliğini değil, ne kadar kâr getireceğini hesaplıyorlar.

Mesela şu an okuduğunuz yeni kitapların içeriği hariç diğer bütün materyallerinin "yerli ve milli" olmadığını biliyor muydunuz? Kitap basımında kullanılan kâğıdın Norveç ve Finlandiya'dan, mürekkebin İngiltere ve Japonya'dan, bristol kapak kâğıdının İsveç'ten, selefonun Çin'den geldiğini söylesem inanır mısınız? Kitap kokusuyla büyüyen bir kitapsever olarak bunu öğrendiğimde gerçekten içim sızladı.

Kaan Arslanoğlu'nun "Devletten nemalanan ünlü yazarlar" başlıklı yazısından da küçük bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum; "Orhan Pamuk için Kültür Bakanlığı 129 kez para vermiş. Ahmet Ümit için 61 kez... Öteki şahıslar da bol bol nasiplenmiş. Çok belli bir ağın yazarları. Ortak özellikleri her fırsatta Türkiye karşıtı konuşmaları... Konu TEDA Projesi. Kültür Bakanlığı güya Türk edebiyatını, Türkçeyi dışa tanıtmak için 2005 yılından bu yana yabancı yayınevlerine destek sağlıyor. Parayı aslında yayınevi alıyor, yazara yüklü bir telif ödüyor. İşi bedavaya getiriyor, sonraki baskılarda kârdan yazara vermeye devam ediyor. Yazar sadece hiç yoktan para kazanmıyor, kitapları bu sayede daha çok satıyor, daha çok basılıyor. Daha ünlü oluyor, Türkiye karşıtlığını daha bir güçlü icra ediyor".

Kaan Arslanoğlu'nun yazısını okuduğumda bir kere daha fikirlerimizin iktidarda ol(a)madığını anladım. Türk Edebiyatı'nın yurtiçinde ve yurtdışında çok daha iyi seviyelerde olması gerekirken böyle rezil durumlarla anılması gerçekten içler acısıdır. Maalesef ne Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ne de o çokbilmiş yayıncıların Türk Edebiyatı'na nitelikli eserler kazandırmak, o nitelikli eserleri yurtdışına taşımak, televizyona veya sinemaya aktarmak gibi bir dertleri yokmuş. Hâlbuki dünya edebiyatının en önemli eserleri yöresel eserlerdir.

Buradan naçizane Türkiye'deki bütün yayıncılara seslenmek istiyorum. Türkiye'de birçok evde beyaz eşya, televizyon ve bilgisayar bulunuyor. Ayrıca yediden yetmişe birçok kişi cep telefonu sahibi olmakla birlikte orta ölçekli birçok ailenin de arabası var. Biraz önce bahsettiğim teknolojik ürünlerin çoğu yurtdışında üretiliyor. Peki, neden her evde bir kütüphane yok? Usta şair ve yazar Yavuz Bülent Bâkiler'in "Kitapsız ve kütüphanesiz evler karanlık mağaralara benzer" sözünü hiç mi idrak edemediniz?

Yayıncılar isterse "her eve bir kütüphane" seferberliği başlatabilir. Yeni açılan çiğköfteciler bile "en hızlı çiğköfte yeme yarışı" düzenliyor. Yayıncılar da herkesin gönlüne hitap edecek organizasyonlar yapabilir. Kitabı matbaa-raf-fuar denkleminden bir adım öteye taşımak çok da zor değil. Bugüne kadar bir sürü kişisel gelişim ve çocuk kitapları yayınlandı. Bu yayınların toplumun her kesimine ne kadar(!) fayda sağladığı tartışılır.

Her şehre kütüphane açmak yetmez. İnsanların edebiyata daha fazla ilgi duyması için dijital kütüphaneler de kurulmalıdır. Dijital kütüphaneler için aile boyu üyelik altyapısı oluşturabilir. Kopyalanması imkânsız yerli yazılımlarla bütün kitaplar dijital ortama aktarılabilir. Düşünsenize, bir ailenin en yaşlı üyesi sevdiği bir kitabı sesli olarak dinlese, orta yaşlı üyesi matbu baskısını okusa, çocuklar da dijital ortamda okusa ne güzel olur.

Ne yazık ki yayınevleri yüksek maliyetle matbaada bastırdıkları kitapları hemen raflara dizip satışa sunmak ve fuarlarda yazarlara imzalatarak satmak istiyorlar. Kimse bu vizyonsuzluğa saygı duymamı beklemesin. O çok bilinen yayınevlerinin bol takipçili fenomenlere kitap yazmaları için yalvardıklarına şahit oldum. Hiçbir edebi derinliği olmayan tuğla gibi kalın Wattpad kitaplarının içeriğini burada anlatmaya terbiyem müsaade etmiyor.

Geçen sene anlı şanlı yayınevleri "Türk Edebiyatı" ile "Türkçe Edebiyat" söylemini tartışıyordu. Alman Edebiyatı, Fransız Edebiyatı, İngiliz Edebiyatı, Rus Edebiyatı tabirlerini kullanan yayınevleri "Türk Edebiyatı" demeye eriniyordu. Geçtiğimiz aylarda da bir yayınevi yapay zekâya (Google Translate) çeviri yaptırdıklarını itiraf etti. Özür dileyecekleri yerde bu durumu "emeği değerli kılacak yenilik" diye açıkladılar. Elin oğlu milli değerlerine sahip çıkar, dünyaya yaymak için elinden geleni yapar. Fakat bizim ülkemizdeki işgüzar yayıncılar olduğu yerde sayar. Umarım, Türk Edebiyatı'nın içinde bulunduğu keşmekeşi anlatabilmişimdir.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.