TÜKETİYORUZ... TÜKENİYORUZ...



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.01.2022

Bazen sokak röportajları yapan gençlere özeniyorum. Bir gazetecilik geleneği olan ama son yıllarda unutulan bire bir röportaj geleneğini yaşatmak için sergiledikleri emeğe saygı duyuyorum. Vatandaşlara sorulan sorular yanlı veya yansız da olsa insanların verdiği cevapları garipsiyorum. "Ağzı olan konuşuyor" misali insanlar kendilerine uzatılan mikrofona ağızlarına ne geliyorsa söylüyorlar. Ne kadar da özgür bir ülkeyiz, değil mi? Eskiden sokak röportajlarında kimse bu denli pervasızca konuşamazdı.

Birbirinden seviyesiz konuşmaları internette izlerken bazen gülüyorum, bazen utanıyorum. Adeta hafızaları silinmiş gibi geçmişe dair bilgisi ve algısı olmayan insanlar o kadar rahat, o kadar vurdumduymaz konuşuyorlar ki... İnsanların bu denli duyarsız ve cahil cesaretiyle konuşmayı kimlerden öğrendiğini ve kimleri örnek aldığını halen sorguluyorum.

Özellikle gençlerin konuşmaları dikkatimi çekiyor. Biz çocuklarımıza ev, araba, telefon ve bilgisayar almayı ve kullanmayı öğretmişiz ama üretmeyi öğretmemişiz. Batı'nın yaşam biçimine özenen gençler çalışma biçimine hiç özenmiyor. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, Batılı ülkeler eğitimde ve teknolojide başarılı olmak için gece-gündüz çalışıyorlar. Bizimkiler ise tatil günlerini hesap ederek erken rezervasyon yaptırmanın hayaliyle yaşıyorlar. Duyan da son model teknolojik ürünler üretmek için 7 gün 24 saat çalıştıklarını zanneder.

Siz bu cümleyi okuyana kadar Avrupa'da birden fazla otomobil ve bilgisayar, Uzak Doğu'da birden fazla akıllı telefon ve televizyon üretildi. Hıza bakar mısınız, emeği ölçebilir misiniz, zekâya saygı duyabilir misiniz? Yazımı halen okuyorsanız bilin ki, üretilen teknolojik ürünlerin sayısı an itibariyle binlere ulaştı. Emeği geçen mühendisler ve işçiler kim bilir kaç gündür uykusuzdur? Peki, biz ne üretiyoruz? Bol bol laf üretiyoruz, sorun üretiyoruz.

Hayatını "tüketim" odaklı yaşayan insanları hiçbir şey doyurmaz. Üstüne üstelik her şeyden şikâyet ederler ve asla yetinmezler. Mesela hayatını, kimliğini, kişiliğini son model bir telefona adayan gence "çıkar telefonunu" denmez. Bu söz o gencin aile mensuplarına küfretmek gibidir. Bir toplumun eğitim ve refah seviyesi tükettiği ithal ürünlerle ölçülmez, dünyaya ihraç ettiği değerlerle ölçülür. Biz ülkemizin çıkarlarını kişisel çıkarlarımızdan daha üstün tutmalıyız. Yerli markalarımızı yabancılara satmakla değil, o markaları dünyaya yaymakla gururlanmalıyız. Dünyaya ihraç etmekle övündüğümüz dizilerdeki imajımızı da sorgulamalıyız.

Bundan 30-40 yıl önce şehirlerde gaz, yağ ve tüp kuyrukları vardı. Köylerde ise yol, su, elektrik ve telefon yoktu. Maalesef bu sıkıntıları özgün film, belgesel ve dizilerle yeni nesillere sanatsal açıdan anlatamadık. Daha doğrusu insanların zihninde geçmişe dair doğru düzgün bir algı bile oluşturamadık. Bunları herhangi bir sohbet ortamında gençlere anlatmaya çalıştığınız zaman, "Evet abi, biz onları Kemal Sunal'ın filmlerinde izlemiştik" diyorlar. O filmleri de Kemal Sunal'ın mizahi kişiliğinden dolayı ağlanacak halimize gülerek izledik.

Ülkemizin geçmişini anlatamıyoruz ki, dünyayı nasıl anlatalım? İşte bu yüzden bugün gençlere yakın tarihte ülke olarak çektiğimiz sıkıntıları anlatamıyoruz. Bir de bunları duyar duymaz "bana ne abi 80'lerden 90'lardan, ben o devirde mi yaşadım?" diyorlar. Hele o yaşlı insanların ağlayarak "gaz yağı alamadık" demeleri yok mu? Yahu, ülkemizin yakın tarihi böyle mi anlatılır? Hiç düşündünüz mü, gençler bu sözlere neden itibar etmiyor? "Duydun mu delikanlı, petrol bulmuşuz, gaz bulmuşuz" dediğiniz zaman "hayırdır abi, seçim mi var?" diyorlar. Çünkü deminden beri anlatmaya çalıştıklarım sadece seçim zamanlarında anlatıldı ve sonrasında üstü kapatıldı.

Salgın hastalığın başladığı andan itibaren binlerce insan vefat etti. Hastalığa yakalanan insanlar tat alma duyusunu yitirdiler ve sağlıklı bir nefese hasret kaldılar. İnsanların bir an durup ölümü düşüneceğini, hayatı sorgulayacağını ve derin uykulardan uyanacağını sanmıştım. Yanılmışım, şimdi daha azgın, daha doyumsuz, daha vurdumduymaz bir toplum bizi bekliyor. Gençler de yıllar sonra bunları belki çocuklarına anlatırlar.

Yaşamak güzeldir ama hayatın acı gerçekleri de vardır. Hakikatlerle yüzleşmeye hazır mısınız? Ev sahiplerinin ne kadar kudurduğunu hepimiz gördük. Büyük depremlere hazır mısınız? Temel gıda ürünleri üretenlerin sudan bahanelerle olağanüstü zamlar yapıp ne kadar azdığına yakından şahit olduk. Büyük kıtlıklara hazır mısınız?

Helal kazanca değil, faize iman edenler... Ülkesinin parasına güvenmeyip dövize yatırım yapanlar... Hayat pahalılığından şikâyet edip keyfinden taviz vermeyenler... Bütün bunlar hiç olmamış gibi "yahu ne oldu bizim ülkemize böyle?" diyenler... Öyle acınacak bir haldesiniz ki; yaşanan ölümler, seller, yangınlar, depremler ve krizler bile olgunlaşmanıza yetmiyor. Ne kadar özgür ve azgın bir ülke olduğumuzu umarım anlatabilmişimdir.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.