TARİHİMDEN ALDIM NASİHAT, SANATIMLA EYLEDİM CİHAT!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.05.2018

Cihat, İslâmi bir terimdir ve Arapça kökenli bir kelimedir. Arapça "mücadele" kökünden gelir ve güncel Türkçe'de çoğunlukla "din uğruna yapılan savaşlar" anlamında kullanılır. Cihat kavramını sadece din uğruna yapılan askeri bir savaş olarak değerlendirmemeliyiz. Cihat, bütün zorluklara rağmen Hakk'ı haykırmak ve Hakk'ı yüceltmektir. Ülkemizde ve bütün dünyada Hakk'ı ve adaleti hâkim kılmak için, huzuru ve hürriyeti sağlamak için, her türlü zulmü ve sömürüyü ortadan kaldırmak için askeri, siyasi, fikri, edebi ve sanatsal anlamda da cihat yapılabilir.

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim'de yer alan Bakara Suresi'nin 190. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez".

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in de buyurduğu gibi, "Gerçek mücahit, nefsiyle cihat edendir" (Tirmizi, Fedâilu'l-Cihad, 2)

Allah yolunda savaşmak... Allah yolundaki her türlü faaliyete ve harekete cihat diyorsak eğer, sanatta da cihat yapılabilir. Çünkü cihat İslam'ın aksiyon yönüdür, hamle gücüdür. Sanatçılarımız da cihat uğruna çaba sarfederek yetenekleriyle birbirinden güzel sanat eserleri üretebilirler.

Osmanlı Devleti'nin bile bir cihat politikası vardı. Osmanlı Devleti, İslâmiyet'i bir cihat politikası olarak ele alıp bütün dünyaya yaymak için asırlar boyunca seferler yapmıştır. Şanlı kahramanlarımızın yaptıkları bu seferlerin tek amacı bütün dünyada İslâmiyet'i yaşamak ve yaşatmaktı. Bu hususta ne yazık ki yabancı tarihçiler asılsız iftiralarla çarpıtmalar yaparak Osmanlı Devleti'ni sadece savaşan ve savaş meydanlarından başka bir yerde bulunmayan bir devlet olarak göstermektedir.

Hâlbuki Osmanlı Devleti'nin ilim, edebiyat ve sanat alanında da yetiştirdiği nice sanatkârları ve ilim adamları vardır. Medreselerde eğitim görerek yetişen ilim adamlarımız, şairlerimiz ve sanatçılarımız da mevcuttur. Medreselerde sadece molla yetiştirilmezdi.

Macar asıllı olan İbrahim Müteferrika, ilk Türk matbaasının kurucusudur. Aynı zamanda yazar ve çevirmen olan İbrahim Müteferrika, Osmanlı Devleti'nde basımevi kurup Türkçe kitap yayımlayan ilk matbaacıdır.

Asıl adı Muhyiddin Pîrî Bey olan Piri Reis, Osmanlı zamanında yetişmiş bir denizcidir. Amerika'yı gösteren dünya haritaları ve "Kitâb-ı Bahriye" adlı denizcilik kitabıyla tanınmıştır.

Kâtip Çelebi, tarih, coğrafya ve bibliyografya ile ilgili çalışmalar yapmış Osmanlı bilim adamıdır. İslam dünyasının en değerli eserlerini içeren 15.000 kitabı ve 10.000 müellifi (yazar) alfabetik dizin sistemine göre tanıtan "Keşfü'z-Zunûn" eseri ilk bibliyografya eseridir. Meşhur coğrafya ansiklopedisi olarak bilinen "Cihannüma" eseri de dünya çapında tanınmaktadır.

EvelAllah, asil bir milletiz. Güçlü bir irademiz var. Her dem yeniden doğacak kadar güçlü, imanlı ve şuurluyuz. Siyasi, askeri ve ekonomik anlamda tekrar şaha kalkabiliriz. Eğer dini ve milli bir şuurla hareket edersek edebiyat ve sanat alanında da destanlar yazabiliriz.

Sanatın evrensel bir olgu olduğunu asla unutmamalıyız. Resimin, müziğin, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, televizyonun, medyanın ve internetin gücünü hafife alamayız. Bütün bunları amaç olarak değil, araç olarak görmeliyiz. İslam ülkeleri sanatsal anlamda özgün ve kalıcı eserler üretemezse Batılı ülkelerin subliminal (bilinçaltı) mesajlar içeren yayınlarını ve eserlerini kabullenmiş olurlar ve bu da bütün İslam ülkelerinde yaşayan toplumların zihinlerini bulandırabilir.

Bir ressam, dünyadaki mazlum çocukların içinde bulunduğu durumu resmeden bir resim çizebilir.
Bir müzisyen, herkesin göz ardı ettiği insani değerlerimizi yaptığı bir beste ile insanlara yeniden hatırlatabilir.
Bir yazar, hayalinde canlandırdığı bir öykü ile binlerce kişinin duygularına yön verebilir.
Bir tiyatrocu, sahneye koyduğu bir eserle kendisini izleyen yüzlerce kişide güzel intibalar bırakabilir.
Bir sinemacı, çektiği bir film sayesinde milyonlarca kişinin yüreğine hitap edebilir.

Sanatçılarımız eserlerinde dini, milli ve insani değerlerimizi en güzel şekilde anlatabilir. Adaleti, vicdanı, emeği, saygıyı, sevgiyi, hoşgörüyü, yardımlaşmayı, hayvan sevgisini, doğa sevgisini, vatan sevgisini ve millet sevgisini insanlara anlatmak için çaba sarf etmek de insani bir vazifedir. Sanat, var olan olguları insanlara farklı açılardan anlatabilmektir. Biraz önce yazdığım insani kavramları sanatsal açıdan da insanlara anlatabiliriz ve öğretebiliriz.

Bugün geldiğimiz noktada edebiyata ve sanata dair eskisi gibi önyargılı değiliz. Ancak Batılı ülkelerin Türk milletine dayattığı kültür toplumumuza büyük zararlar verdi. Batılı ülkeler, özellikle İslam ülkelerinde yaşayan insanların kültürünü ve toplum yapısını inceleyerek toplum mühendisliği yaptılar. Batı kültürünü benimseyenlere ve Batılılar gibi yaşayanlara "ilerici" deniliyor. Buna karşılık geleneğine ve göreneğine bağlı yaşayanlara da "gerici" deniliyor. Bu durum her ne kadar saçma bir tasnif metodu olsa da maalesef edebiyatımıza ve sanatımıza da büyük zararlar vermektedir.

Günden güne yozlaşan bir toplum olsak bile sanat ve edebiyat alanında elimizden geldiğince mücadele etmeliyiz. İranlı Müslüman sosyolog Ali Şeriati, "İnsan kalmak, uğrunda her gün cihat yapmayı gerektirecek kadar zorlaştı" diyerek adeta günümüz toplumunda yaşanan ibretlik manzarayı gözler önüne sermektedir.

Sanatçılarımızın şuurlu ve bilinçli bir şekilde özgün eserler üretmesi gerekmektedir. Edebiyat ve sanat alanındaki eserlerimizi dünyaya duyurabilmeliyiz. "Ben tek başıma ne yapabilirim ki?" demek yerine "tarihimden aldım nasihat, sanatımla eyledim cihat" şuuruyla hareket edilmelidir.

Mesela 2010 yılından bu yana Suriye'de yaşanan insanlık dramına bütün dünya şahit oldu. Bugün bir sanatçı resimle ilgileniyorsa Suriyeli bir çocuğun resmini yapmak zorundadır. Bir tiyatrocu Suriyelinin acısını sahneye taşımak zorundadır. Bir şair, Suriye'deki yaşanan acıları mısralara dökmek zorundadır. Bir sinemacı Suriye'deki zulmü beyazperdeye aktarmak zorundadır. Yani bir sanatçı olmanın da ötesinde, "ben insanım" diyebilen herkes bugün İslam coğrafyasında zulüm gören bütün Müslümanların yanında olmak zorundadır. 1976 yılında Suriye asıllı Amerikalı yönetmen Mustafa Akkad'ın çektiği "Çağrı" filminin halen gönlümüzde ayrı bir yeri vardır.

Ben de burada elimden geldiğince Hakk'ı haykırmaya devam edeceğim. Bu yazımda da sizlere sanatta cihatın önemini elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Maalesef ülkemiz konumu ve inancı gereği uzun yıllardır büyük saldırılara maruz kalmaktadır. Küresel güçlerin ülkemize karşı ahlaksızca kurguladıkları psikolojik savaş yöntemlerine seyirci kalmamalıyız. Millet olarak her daim birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekiyor. Her konuda bilgili, ferasetli ve cesaret sahibi olmalıyız.

Yazımı naçizane benim de duygularıma tercüman olan Üstad Sezai Karakoç'un 2012 yılında yaptığı bir konuşmada geçen sözleri ile tamamlamak istiyorum.

Sezai Karakoç, "Batı, İslam dünyasına yönelik nihai işgali yapmak ve son darbeyi vurmak peşindedir. Öyle bir işgal ki, bir daha İslam'ın dirilişi vâki olmasın, İslam haritadan silinsin. Hadise budur. Tehdit hatta tehditten de öte içinde yaşadığımız gerçek budur"


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.