SPONSORLU SANAT



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.10.2021

Hepimiz Yeşilçam filmleriyle büyüdük ve hepimizin zihninde Yeşilçam filmlerinden unutamadığımız sahneler vardır. İşte o sahnelerin arasına maalesef dindar insanları aşağılayan sahneler de serpiştirildi. Hocalar ve âlimler birçok filmde gaddar, üçkâğıtçı ve çirkin gösterildi. Mübarek üç aylarımız olan Recep, Şaban ve Ramazan isimlerine bile fütursuzca abandılar. Bir de darbe dönemlerinde müstehcen film furyası yıllarca eleştirilmiştir. Bunların haricinde samimi niyetlerle çekilen Yeşilçam filmlerine bir itirazım yok. Neticede herkes ektiğini biçti ve insanların zihninde güzel intibalar bırakan sanatçılar her zaman saygıyla anıldı.

Zaman içerisinde mecraların alanı genişledi. 1990'lı yıllarda özel televizyonlar kurulunca sanatsal çalışmalar farklı bir boyut kazandı. Televizyon dizileri moda olmaya başladı. O zamanlarda da yabancı sitcom (durum komedisi) dizilerinden uyarlamalar yapılıyordu. Dizilerin süresi 45 dakikaydı ve bazı dizilerde "aile" ve "mahalle" vurgusu vardı. Nasıl ki, Yeşilçam zamanında şarkıları çok sevilen arabesk şarkıcılarına sinema filmi çekiliyorsa, 1990'lı yıllarda da albümü çok satan pop şarkıcılarına dizi çekiliyordu. Bir furyaydı, geldi geçti.

2000'li yıllara gelindiğinde "kıssadan hisse" mantığıyla çekilen "Kalp Gözü" dizisi büyük ilgi uyandırmıştı. Dizinin senaristi Süleyman Çobanoğlu'na göre "entel-dantel taifesinin burun kıvırdığı" bir diziydi. İlk bölümleri büyük beğeni toplayınca diğer televizyon kanalları da "Gizli Dünyalar", "Gerçeğin Ötesi", "6. His" ve "Sırlara Yolculuk" gibi isimlerle aynısını taklit etmeye çalıştı ama taklitler aslını yaşattı. "Kalp Gözü" dizisi kul hakkı, komşu hakkı, yetim hakkı, anne-baba hakkı, iftiranın bedeli, duanın hikmeti, bedduanın gazabı, sofra bereketi, helal lokma, haram kazanç gibi konuları çok güzel işliyordu. Bu konular insanların bilinçaltında kalıcı etkiler bırakmıştı. "Haram para ya senden çıkar, ya da çocuğundan çıkar" gibi cümleler beni bile çok etkilemişti.

Türk milletinin dini, milli ve ailevi değerlerine hitap eden diziler final yapınca bir boşluk oluştu ve o boşluk birileri tarafından çok kötü dolduruldu. Bir anda çarpık ilişkilerin "aşk" diye empoze edildiği diziler inanılmaz bir furya oluşturdu. O malum dizilerde -rol icabı da olsa- kadınlar asiydi, erkekler çapkındı ve çocuklar büyüklerine karşı saygısızdı. Mesela 10 yıl önce gece-gündüz eleştirilen "Muhteşem Yüzyıl" dizisinden sonra tarihi diziler moda oldu. Ne umduk, ne bulduk? Tarihi filmlerde o abidevi şahsiyetleri canlandıracak oyuncular bile her fırsatta dini ve milli değerlerimize hakaret etmekten utanmayan ünlü(!) simaların arasından seçildi.

Öyle böyle derken bugünlere geldik. Şimdi dizilerin süresi 135 dakikaya çıktı ama dizilerin çoğunda kalite yok, mesaj kaygısı yok, aile bilinci yok. Sponsor odaklı dizilerin süresi özetiyle ve reklamlarla birlikte 240 dakikaya çıkıyor. Aslında güzel diziler de var. Şimdi genelleme yaparak eleştirmeyelim. Mesela TRT'de yayınlanan dizilerde argo söylemler ve müstehcen sahneler göremezsiniz. Bu önemli bir hassasiyettir. İnşallah nazar değmez. Ancak diğer televizyon kanallarında yayınlanan dizilerde ve programlarda böyle bir hassasiyet yok.

Televizyon kanallarının kıymeti bilinmediği için bozuk para gibi harcandığına şahit oluyoruz. Şimdilerde gündüz kuşakları ailevi sorunların "reyting malzemesi" edildiği kadın programlarıyla dolup taşıyor. Emektar gazeteciler, tecrübeli muhabirler ve haber sunucuları kadın programı hazırlayıp sunmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Kadın programlarındaki rezalet ne kadar artarsa sunucular da o kadar mutlu oluyorlar. Bu programları ilgili kurumlara şikâyet etseniz de sonuç değişmiyor ve "toplum ahlakına aykırı ve aile değerlerini hiçe sayma gerekçesiyle idari para cezası" veriliyor. Tırnak içerisine aldığım cümleyi istediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz. Çünkü tekrarladıkça ne denli bir vurdumduymazlığın içinde olduğunuzu daha iyi anlıyorsunuz.

Sanat, insanların yüzüne ayna tutan ve toplumun bilinçaltını doğrudan etkileyen bir olguysa, bunun da televizyondan, sinemadan, tiyatrodan ve internetten geçtiğini unutmamalıyız. Lafı eğip bükmenin âlemi yok. Muhafazakâr insanlar tiyatroda, sinemada ve televizyonda başarılı olmak için istikrarlı çalışmalar yapmadılar. Mide bulandıran diziler ve programlar meydanı boş buldukları için eleştirildikçe daha çok izlendi. Bütün ahlaksız diziler ve programlar yayından kaldırılsa bile sonuç değişmez. Ahlaklı ve dürüst sanatçılar bir araya gelecekler, özgün ve kaliteli diziler ve filmler çekecekler. Sanata hevesli idealist gençler özgün belgeseller ve programlar hazırlayacaklar. Biz "reyting kaygısı" ile değil, "mesaj kaygısı" ile sanatımızı icra etmeliyiz. Yoksa günü kurtarmak uğruna keseyi doldurmak için yapılan çalışmalar sadece günü kurtarır, yarınları kurtarmaz.

Merhum dedem Hasan Nail Canat, 1998 yılında verdiği bir röportajında, "Sanatın özünde kayıtsız şartlı özgürlük olmalıdır. Ödenekli sanatın özgürlüğüne düşen gölge, sponsorlu sanata da düşecektir" demiş. "Kalp Gözü" dizisinin ilk bölümlerinde merhum dedem Hasan Nail Canat da rol almıştı. Aramızdan ayrılalı 17 yıl oldu. 17 yıl deyince çok eskilere gittim. Eskilere gidince de içimden böyle bir yazı yazmak geldi. Dedem vefat ettiğinde 17 yaşındaydım. Demek ki, hayatımın yarısı dedemden ayrı geçmiş. Bana ismini veren merhum dedem Hasan Nail Canat'a vefatının 17. yılında sonsuz rahmetler diliyorum. Mekânın cennet olsun Dede.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.