SÖZÜN NAMUSU KALMADI!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.06.2019

Sözlerin bir gücü vardır. İnsanlar duygularını sözleriyle, kurumlar ise hedeflerini sloganlarıyla ifade ederler. Sivil toplum örgütleri bildiriler yayınlar, eylemciler pankart açarlar, taraftarlar maçlarda tezahürat yaparlar, siyasi partiler ise vaatlerini çeşitli tanıtım argümanlarıyla halka duyururlar.

Günlük yaşantımızda olumlu ve güzel sözlerin etkisi çok önemlidir. Bazı sözlerin davranışlardan daha etkili olduğu söylenir. Yunus Emre'nin de dediği gibi, "Söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı". Kimi sözler savaşa sebep olur, kimi sözler ise savaşı durdurur. Sözde aranan en önemli özellik ahlâk ve nezâkettir. Sözün bir ahlâkı ve adâbı olmalıdır. Sözün gönüllere hitap etmesi için samimiyetle ve gönülden söylenmesi gerekir.

Sözlerin en güzeli ve en etkili olanı hiç şüphesiz Yüce Allah'ın kelâmıdır. Kuran-ı Kerim bu anlamda asırlara meydan okumakla birlikte bugüne kadar hiçbir suresine benzeyen bir söz söylenememiştir. Âlimler bile Kuran-ı Kerim'in değil bir suresinin, en kısa bir ayetinin veya harfinin bile yerine bir benzerinin getirilemeyeceğini söylemiştir.

Söz, hakikatin ta kendisidir. Bu yüzden insanlar üzerinde büyük tesirler bırakır. Yanlış anlaşılsa bile özü aynı kalır. Kültürel anlamda sözlü iletişimden görsel iletişime doğru geçtikçe insanların "hakikat" ile olan ilgilerinin kaybolduğunu görüyoruz. Teknoloji bizi dinlemekten, konuşmaktan ve okumaktan uzaklaştırdı. İnsanlar artık görselliğe daha çok önem vermeye başladı. Sözün gücü varsa sesin de gürültüsü vardır. Mevlana, "Kelimelerini yükselt, sesini değil; yağmurdur çiçekleri büyüten, gök gürültüsü değil" demiş. Ancak günümüzde sözün değeri düştü, imaj yüceltildi, görüntü ve görsellik ön plana çıkarıldı.

Yazılı medya, görsel medya ve sosyal medya başta olmak üzere kimi yayın organlarında gündeme getirilen asılsız sözlerle kitleler etki altına alınıyor ve algılar yanlış yönlendiriliyor. Sorumsuzca söylenen sözler toplumda büyük huzursuzluklara neden oluyor ve bu sözler araştırılıp teyit edilmeden her yerde konuşuluyor. Söz ve lâf arasındaki kritik noktanın önemi de burada ortaya çıkıyor. Çünkü insan sözle yaşar, lafla yaşayamaz. Duyduğumuz her söze aldanmamak için söz ve laf arasındaki ince çizgiyi iyi ayırt etmemiz gerekiyor.

Sözlerin gücü anlamlarında gizlidir. Eğer ağzınızdan çıkan sözleri kulağınız duymuyorsa veya aklınız idrak etmiyorsa söylediğiniz sözlerin bir ehemmiyeti olmaz. Söylem ve eylem arasındaki ince çizgi de çok önemlidir. Söz sadece sözde kalır, fiiliyata geçmezse anlamını yitirir. Bilhassa "özü sözü bir olmak" bunu gerektirir. Mesela "sözünün eri olmak" diye bir deyim vardır. Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren kişiler için "sözünün eri" derler. Siz "sözünüzün eri" olamazsanız inandırıcılığını kaybedersiniz. Çünkü söz senettir, söz namustur.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "arı bal yapar, fakat balı izah edemez" sözü aklıma geldi. Bu vesile ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e de vefatının 36. yıldönümünde sonsuz rahmetler diliyorum. Edebiyat ise başlı başına bir söz sanatıdır. Bir roman yazarsınız, insanların gönlünde nesiller boyunca unutulmaz etkiler bırakırsınız. Bir şarkı sözü yazarsınız, şarkınız binlerce insanın diline pelesenk olur. Bir film çekersiniz, binlerce insanın duygularına tercüman olursunuz. Bir espri yaparsınız, herkesi kahkahaya boğarsınız. "Dünya 5'ten büyüktür!" dersiniz, milyonlarca insanı peşinizden sürüklersiniz.

Günümüzde medyanın kullandığı dilde ve insanların birbirleriyle iletişim kurarken kullandığı üslupta büyük sorunlar görüyoruz. Dilimizdeki yozlaşma zaten had safhaya çıktı. Yabancı kökenli sözcükleri kullanma özentisi yeni nesiller için büyük tehlike arz ediyor. Bunun üstüne bir de kısır ve sığ tartışmalar eklenince birbirimizi anlayamıyoruz. Her konunun tartışmaya açılması maalesef sorunları çözmüyor. Bir konuyu güzel söz ve hikmetle anlatmak dururken kendi aramızda seviyesizce tartışıyoruz.

Millete laf yetiştirmekten kendini yetiştiremeyen insanlar var. Her kafadan bir ses çıkıyor. Güya çok seslilik iyi bir şeymiş. Ama söylediği tutarsız sözlerden dolayı kimse özür dilemiyor, özeleştiri yapmıyor. Sözlerin de bir vebali vardır. Farkında mısınız, ülkemizin ve milletimizin değerlerine dil uzatan insanların sesi daha çok çıkıyor. Kendilerine "söz hakkı" verildi diye bunu sonuna kadar istismar ediyorlar. Yalan söyleyenlerin sesi daha çok çıktığı için doğruları anlatmaya imkân kalmıyor. "Doğru belini doğrultana kadar, yalan dünyayı dolaşırmış". Çünkü yalan, bugünkü medya ve sosyal medya sayesinde altın çağını yaşıyor.

Adeta bir fikri sefalet içinde yaşıyoruz. Fikir üretmek yerine kulağa hoş gelen sloganlar üreterek günü kurtarmaya çalışıyoruz. Her yerde bir slogan duyuyoruz. Televizyonlarda izlediğimiz reklamlarda yüzlerce slogan var. Pazara gidersiniz, "Gel vatandaş gel!" sloganı ile karşılanırsınız. "Kadınlar Günü" gelir, eylemler yapılır, "benim bedenim, benim kararım" diye pankartlar açılır. Bir derbi maçı olur, "Bizler inandık, siz de inanın, bizim için bu maçı alın" diye tezahüratlar yapılır. Bir miting yapılır, "öl de, ölelim" diye sloganlar atılır. Sonra bir sürü olay çıkar ve "Nerede bu devlet?" derler. Öylesine çok sloganımız var ki, hangisini anlatayım? Keşke bu kadar slogan üreteceğimize değer üretseydik, fikir üretseydik, bilgi üretseydik, teknoloji üretseydik...

Mesela "lügat paralamak" diye bir deyim vardır. Konuşurken, konuşma dilinde bulunmayan yabancı, ağdalı ve anlaşılmaz sözcükler kullanılmasına "lügat paralamak" deniliyor. Bakıyorum, birileri halen lügat paralıyor, hamasi nutuklar atıyor. Sosyal medyada bile metafordan geçilmiyor, adeta göz gözü görmüyor. Herkes parıltılı cümlelerle kelimeleri etiketleyerek laf ebeliği yapıyor ve hayatımız günden güne klişe bir hale geliyor.

Fikir özgürlüğü ve basın özgürlüğü derken "özgürlük" kavramını da bayağı zedeledik. O kadar özgürüz ki, her konuda sorun çıkarıyoruz ama sorunlara çözüm üretmeye eriniyoruz. "Laf olsun" diye yapılan konuşmaların, içi boş sloganların ve gerçekle hiçbir şekilde bağdaşmayan söylemlerin artık toplumda bir karşılığı kalmadı. Eline mikrofon alan herkes "Buradan 80 milyona sesleniyorum" diye konuşmaya başlıyor. Bütün bunlar toplum nezdinde güven kaybına sebep oluyor. Çünkü iddialı fikirler güzeldir ama iddialı cümleler çoğu zaman ters teper. Bu yüzden genel ifadeler ve iddialı cümleler bugünü kurtarmaya yetmiyor.

Dini kavramları bile dünyevi işlerimizde kullanmaktan hiç imtina etmedik. Yakın zamanda "beka" kelimesini günlerce konuştuk ama anlamını bir türlü kavrayamadık. Hâlbuki ne kadar önemli ve anlamlı bir kelimedir. Siyaset ve ticaret uğruna bütün değer yargılarımızı hunharca harcadık. Herkes birbirini şucu bucu diye etiketliyor. "Vatan hainliği" kavramının bile bir ehemmiyeti kalmadı. "Sevgi, saygı, hoşgörü, edep, erdem, vicdan, güven, liyakat ve adalet" kavramlarını "kibir, haset, riya, hırs, hile ve şehvet" uğruna tükettik. Kavramlar anlamını yitirdiği için geleneklerimiz ve göreneklerimiz alay konusu oldu.

Hiç düşündünüz mü, gelecekteki nesillere biz hangi değerlerimizi miras bırakacağız? Bugün gençlere bile "edep" veya "ahlak" dediğiniz zaman bırakın sizi dinlemeyi, "sen neyin kafasını yaşıyorsun?" diye karşılık veriyorlar. En azılı hırsız bile yakalandığı zaman "biz vatanımızı ve milletimizi seven insanlarız" diyor. "Allah rızası için" sözünü en çok kimlerin söylediğini benden daha iyi biliyorsunuzdur. "Sözün bittiği yerdeyiz" diye başlayan cümleler bile artık güven vermiyor. Çünkü fikirler, kavramlar ve sözler anlamını yitirdi. Fikir beyan eden dava insanlarının haysiyeti kalmadı. Zaten bu yüzden fikirlerimiz iktidarda değil.

Bütün bu yaşananlar en çok kime zarar veriyor, biliyor musunuz? Sanatıyla, yeteneğiyle ve hayal gücüyle geçimini sağlayan fikir işçilerine, yani sanatçılara ve edebiyatçılara büyük zararlar veriyor. Futbolculara bile verilen teşvikler ve muafiyetler söz konusu fikir işçilerine gelince esamesi bile okunmuyor. İşte böyle bir dönemde gerçek sanatçıların ve fikir işçilerinin Allah yardımcısı olsun.

Biz halen "hakikat" ile yüzleşmiyoruz, dolambaçlı laflarla günü geçiştiriyoruz. Fikirlere önem verilmiyor, sloganlara önem veriliyor. Doğruları söyleyenler artık dokuz köyden kovulmuyor, her yerden kovuluyor. Dışarıdan bakınca eğlenceli bir ülke gibi görünüyor olabiliriz ama içeriden bakınca gerçekten ibretlik bir ülkeyiz. Neticede hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız. Bu sorunlar hepimizi ilgilendiriyor ve herkes elinden geldiğince bu konuda bir çözüm üretmelidir.

Bana "slogan mı, şiar mı?" diye sorsanız "şiar" derim. Bence herkesin bir şuuru ve şiarı olmalıdır. Şiar, kelime olarak ayırıcı özellik demektir, ülkü ve ilke kelimeleri ile de eş anlamlıdır. Ben de kendime gündemdışı ve sıradışı yazılar yazmayı şiar edinmiştim. Ne pahasına olursa olsun, hakikati yazmaya devam edeceğim. Çünkü Hakk'ın hatırı halkın hatırından her zaman âlidir.

Bundan 6 yıl önce kıymetli ağabeyimiz Salih Tuna "Adımı unuturum, seni unutamam!" başlıklı yazısında "Bugün kaç köşe yazarı kaç köşeden onca yazı yazıyor, değil yıllar sonraya, akşama kadar yaşayan doğru dürüst tek bir yazı yok" diye bir cümle yazmıştı. Bu söz uzun yıllar boyunca zihnimde öyle bir yer etti ki, "köşe yazarlığı" denildiğinde aklıma hep bu söz geldi ve bu sözü kendime şiar edindim. Kulakların çınlasın Salih Ağabey, saygılarımı sunuyorum.

Atalarımız "söz gümüş ise sükût altındır" demiş. Bazen sessiz devrimler yapabilmek ve destanlar yazabilmek için az konuşup çok çalışmak gerekiyor. Kahramanlar destan yazar, ahkâm kesmez. İşgüzarlar çığırtkanlık yapar, haddini bilmez. Sözlerin önemini yitirdiği bu dönemde öncelikle kendimizi, çevremizi, kültürümüzü ve tarihimizi yeniden anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyacımız var. Unutmayalım ki, gerektiğinde susmak da bir erdemdir.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.