SANATTAN SOĞUTULDUK!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.06.2018

Şimdiye kadar kaleme aldığım yazılarımda sanat ile şöhreti aynı düzlemde ele alarak farklı fikirler geliştirmeye çalıştım. Fakat daha önceki yazılarımda halkımızın sanata bakış açısını fazla irdelemedim. Artık bizim sanatımızı meydana çıkarmanın zamanı geldi. Her sanatçının binbir emekle meydana getirdiği "gerçek" sanat eserleri maalesef halkın nezdinde hak ettiği değeri bir türlü göremiyor. Aslında bu millet sanattan çok iyi anlıyor. Lakin bazı sanatçıların şöhret olmak için yapmış olduğu iğrençlikleri hazmedemiyor. Halkımız onaylamasa bile bu iğrençliklerin algı ile kabul ettirilmeye çalışıldığı sanatı mecburen takip ediyor. Sanatçıların mesaj kaygısı olmadan ürettiği her eser toplumun sanata karşı bakışını ve sevgisini sarsıyor. Her şeyi tüketen bir toplum olduğumuz için, daha doğrusu tükettikçe medenileştiğini zanneden bir toplum olduğumuz için sanata bakış açımızda da büyük sarsıntılar var. Sanatımız maalesef hem tüketiliyor, hem de sömürülüyor.

Sanat; dünyamızın, vatanımızın, halkımızın özelliğini ve güzelliğini anlatmalıdır. Yaratanı, yaratılanları özgün ve farklı bir şekilde yansıtmalıdır. Taklide değil, ilkliğe yani gerçekliğe dayanmalıdır. Görenin, dinleyenin, okuyanın ruhunu ve duygularını kabzetmelidir. Zaten taklidin başladığı yerde sanat diye bir şey olmaz. Nesnel gerçeklerin öznel oluşuma dönüştüğü sanat eserleri kalıcıdır. Silinemez ve unutulamaz. Çünkü sanat, özlükten ve gerçeklikten koparılamaz. Gerçekliğe yakın olmayan bir sanat anlayışı zamanla işlevini yitirir. Ayrıca insanı yanıltır ve yozlaştırır. Bugün olduğu gibi...

Maneviyata, insanlığa, dini ve ahlaki değerlere önem veren ve bunları sosyal hayatın en önemli kuralları olarak gören bir toplumda sanatçının kimliği ve karakteri de büyük önem arz etmektedir. Ülkemizde nedense ortaya koyacak bir sanatı veya bir eseri olmayan şahıslar habire sanattan dem vurarak ilgi çekmeye çalışıyorlar.

Güya "sanatçı" geçinen bu insanlar evrensel sanatın ve sanatçının tanımını bile yapamazlar. "Sanat, sanat içindir" sözünü her gün söylerler ama anlamını bilmezler. Ancak kime hizmet ettiklerini çok iyi bilirler. Yazdıklarını, çizdiklerini ve sahneye koyduklarını gerçek hayatta yapmaya kalksalar insan içine çıkamazlar. Bu sanatçı müsveddeleri, bu ahlaksızlıklarını bu millete "eser" veya "sanat" diye yutturmaya çalışıyor. Bu şöhret budalalarının, bu milletin değerleri ile sıkıntısı olan birileri tarafından beslendiği artık malumumuzdur.

Toplumun bilinçaltına nüfus eden iki tane önemli etken var. Aleni bir şekilde algı faaliyetlerinin yürütüldüğü ve birtakım içi boş kavramlarla toplumun dönüştürülmeye çalışıldığı alanlar internet ortamı ve medya organlarıdır. Halkımızı "sanatseverler" ve "sanatsavarlar" diye ikiye ayırmak istemiyorum. Kapitalist sistem bizi sabahtan akşama kadar çalışmaya mecbur etti. Çalışma saatlerimizin dışında bile, hangi konularda meşgul olacağımızı bize dikte ettiler. Millet olarak, sosyal medyada sosyalleştik. Televizyon izleyerek dünyadan haberdar olduk. İnternette araştırma yaparak bilgi sahibi olduk. Televizyon hazırcılığın, internet kolaycılığın adresi oldu. Bizim medyamızda, bizim televizyonumuzda, bizim sinemamızda, bizim tiyatromuzda, bizim sahnemizde maalesef bizim olan eserlere yer kalmadı. Kısacası "misafir umduğunu değil, bulduğunu yer" misali "öz yurdumuzda garip" olduğumuzu da öğrettiler.

Sanat eserleri bir ülkenin düşünce hayatının sonucu olarak ortaya çıkar ve o ülkede yaşayan insanların kültürünü yansıtır. Bu sanat eserlerini meydana getiren sanatçıların eserleri ise bir dizi mücadele, hüsran, mutluluk, kabul ve reddedişten geçer. Bu süreç dünyanın her yerinde zordur. Ancak ülkemizde daha zor olduğunu söyleyebilirim. "Herkes bakar ama herkes göremez" sözünden yola çıkarsak eğer, görme eyleminin bilgi, bilinç ve algı gibi özel bir gayretin neticesi olduğunu anlarız. Herhangi bir bakış, görmek için yeterli değildir. Görmek; bir bakış açısı, bir dikkat-i nazar, bir basiret ve bir şuur gerektirir. Sanat eserlerine de bu nazarda bakılmalıdır. İnsanoğlunun küçük yaşlarından itibaren gelişen inceleme, dikkat etme, farketme, değer verme gibi özellikleri, insanın eşref-i mahlûkat olduğunu gösterir. Havada uçan kuşlara, evcil ve yabani hayvanlara, doğadaki bitkilere, gözle zor görülen küçücük böceklere bile dikkatle bakmak gerekir. Zira onlarda öyle mucizeler vardır ki, onları yaratan Allah'ın azamet, kudret ve hikmetine hayran kalmamak elde değildir. Eğer ortaya konulan eser bizim değilse, bize hitap etmiyorsa, o eser; eser değil çöptür. O çöpü icra eden de art niyetli şarlatandır!

"Anladım işi; sanat Allah'ı aramakmış
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış"
Necip Fazıl Kısakürek


Bize ne okuyacağımızı, ne seyredeceğimizi dikte eden siyonist düşünce ve akabinde ne yiyeceğimizi ve ne kullanacağımızı da öğretecek olan kapitalist sistem boş durur mu? "Reklamın iyisi kötüsü olmaz" dediler, her yeri reklam alanı yaptılar. Sanatı da reklama alet ettiler. İnsanlar bazen kendilerini bile bir reklam figürü gibi görüyor. 1990'lı yıllarda 45 dakika olarak çekilen televizyon dizilerinin bugün 120 dakika çekilmesinin tek sebebi budur. "Zevkler ve renkler tartışılmaz" dediler, halkımızın geleneklerini ve göreneklerini alay konusu yaptılar. "Değişim" ve "moda" diye tabir edilen furyanın rüzgârı herkesi farklı yönlere doğru savurmaya başladı. Böyle bir ortamda halkın sanata yönelmesi günden güne zorlaştırıldı. Bundan dolayı halkımızın sanata verdiği değer vasatlaştırıldı.

Günümüz gençlerinin sanata karşı bu kadar ilgisiz olmasının aslında haklı sebepleri de var. Öncelikle şunu söyleyebilirim. Biz; bize zorla enjekte ettirilmeye çalışılan sanat ile bütünleşmiş bir toplum değiliz. Bu yüzden sanatı ve sanatçıyı algılama ve yorumlama biçimlerimiz çok farklıdır. Sanata halen şüphe ile bakmaktan kurtulamıyoruz. Sanata eğilimi olan insanlar daha çocuk yaşlarda iken ötekileştiriliyor. Çünkü halkımız bu anlamda her zaman "maaş" konusuna dikkat eder. "Maaş" güzel olacak, hem de "düzenli maaş" olacak. "Garanti bir işin olsun, git memur ol, sırtını devlete daya, kimseye muhtaç olma, hayallerindeki işi yapsan ne kazanacaksın ki kardeşim?" diye başlayan nasihatleri duymaya hepimiz alıştık.

Kitap okuma oranımız çok düşük. Halkımızın yarısından fazlası kitap okumuyor. Medyaya güven en düşük seviyede ama medyaya özenti had safhada. Türk halkının yüzde 10’u tiyatroya gidiyor. Halkın sinemaya gitme oranı ise yüzde 20. Kitaplarla ilgili bir nüans belirtmek istiyorum. Özellikle askeri darbe dönemlerinde kitaplar suç unsuru olduğu için, işkence gördüğü için, halkı edebiyattan soğuttular. Bugün maalesef birçok evde kütüphane göremiyorsanız sebeplerinden birisi de budur. Hakeza müzelere ve kütüphanelere verilen önem ve yapılan yatırımlar da yeterli seviyede değildir.

Halkımız sanatta kendini bulamadığı ve göremediği için sanata ve sanatçıya güveni sarsıldı. Güveni sarsılan bu aziz millet, sanatın her dalını kendince yorumlayarak müziğe "çalgı-çengi" dedi, tiyatroya "entel-dantel" dedi, sanata ve sanatçıya "marjinal" dedi. Bu yüzden kültür ile ilişkisi düşük olan ve sanatı gereksiz bulan bir toplum yapısına sahip olduk. Eğitim sistemimizde bile sanatsal anlamda herhangi bir müfredata yeterince yer verilmiyor. Okullarda sadece sayısal derslere ilgisi olan öğrenciler başarılı görülüyor. Sanat ile alakalı sözel ve sosyal derslere gereğinden fazla ilgi duyan çocuklar hoş karşılanmıyor. Karnelerini aldıktan sonra birçok öğrenci ailesinin karşısına büyük bir heyecanla çıkar. Ancak aileler karnede ilk önce Matematik ve Fen gibi derslerin notlarına bakarlar. Resim, Müzik, Beden Eğitimi gibi dersler onlar için gereksizdir. Mesela "Matematik 3, Fen 2, Müzik 4, Resim 5... Oğlum senden adam olmaz" diye bir tepkiye maruz kalan çocuklar olmuştur. Matematik, Fen ve Türkçe derslerinden yüksek not alıp, Resim ve Müzik derslerinden düşük not alan bir öğrencinin velisi ise "benim çocuğum takdir alacakken sizin yüzünüzden alamamış, ne olurdu sanki Resim dersine 5 verseydiniz?" diyerek öğretmenlere baskı yapabiliyor.

Sanat adı altında yapılan işlere "boş işler", sanatçılara ise "boş insanlar" nazarında bakan bir toplum olduğumuz için aileler çocuklarının sanata olan ilgisine çoğu zaman karşı çıkıyor. O gencecik çocukların hayalleri umursanmıyor. Farklı fikirler ortaya atan ve hayal gücü geniş olan çocukların düşünceleri hep engelleniyor. Belki de büyük bir sanatçı olacak insanlar bu gibi önyargılardan dolayı yalnızca geçim derdi yüzünden çok farklı işlerde çalışıyor. Ortaya da mutsuz, umutsuz ve sanattan zevk almayan bir toplum çıkıyor.

"Sanat" adı altında yapılan kepazelikleri biliyoruz. "Sanatçı" kisvesiyle halkına tepeden bakan kibir abidelerini de biliyoruz. Devletin sanata bakış açısında da büyük sıkıntılar var. Halka tepeden bakan sanatçılar yüzünden halkın sanata karşı bakış açısı değişti. Bu yüzden toplum nezdinde sanata dair mantıksız algılar oluştu. Siyonist düşüncelerin galip olduğu, kapitalist sistemin mecbur bıraktığı bir dönemde yozlaştırılmış olan masum halkımız, zirveye ve maddiyata ulaşmanın en kısa yolunun meşhur olmaktan geçtiğini düşünüyor.

Günümüzde ne yazık ki sanata verilen değer budur. Çünkü devlet ile sanatçı arasında, sanatçı ile halk arasında büyük kopukluklar var. Bu kopukluklar giderilemediği müddetçe sanatta ve edebiyatta ilerleyemeyiz. Sanatta ve edebiyatta ilerleyemeyen bir toplum diğer alanlarda da başarılı ve istikrarlı olamaz. Mesela gelir düzeyinin adaletsizliği yüzünden yeterince destek alamayan sanatsal aktivitelerin ücretleri birçok kişiye pahalı geliyor. Özel tiyatroların bilet fiyatlarının gerçekten de çok yüksek olduğunu söyleyebilirim. Ortalama gelir düzeyine sahip olan bir ailenin hep birlikte tiyatroya veya sinemaya gitme ihtimali oldukça düşüktür. Bu yüzden kültür ve sanat ile ilgili sorumlu olduklarını düşünen kamu kuruluşlarının da kendilerini sorgulamaları gerekiyor. Devlet, sanatçıyı değil, sanatı desteklemelidir. Destek alan sanatçı öz, özgür ve üretken olamaz!

Sanat sadece bir hobi değildir. Sanata ve edebiyata bu kadar önyargı ile bakmamalıyız. Hâlbuki sanat, zihinlere ve duygulara hitap eden, insanların ufkunu açan ve hayal gücünü geliştiren çok önemli bir olgudur. Tarık Buğra "Politika Dışı" isimli eserinde sanatın insan üzerindeki etkisini şu sözleriyle ifade etmiştir; "Bir roman, bir hikâye, bir şiir, bir piyes, bir müzik veya bir resim, bizim duygu ve düşünce gücümüzün marşına basar, harekete geçirir. Bize dünyanın ve insanlığın zenginliklerini, yanılgılarını, üstünlüklerini sezdirir, kişiliğimizi besler".

Sonuç itibariyle devletin gerçek sanata, halkın ise gerçek sanatçıya hak ettiği değeri vermesi gerekir. Sanat, toplumun gelişiminde ve kültürel hayatımızda önemli bir yere sahiptir. Bunu geleceğe taşıyacak olan en önemli unsur da devlet-sanat ve millet-sanatçı arasındaki bağdır. Sanatçıların da büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket etmesi icap eder. Toplumu sanata yönlendirecek olan sanatçılar asla halktan kopmamalıdır. Sanatı sanatçıya oyuncak ettirmek ve halkı oyuncak edilen sanattan soğutmak ülkemize hiçbir fayda sağlamaz.

Yaratanı anlamak, ne için yaratıldığımızı bilmek için, ulvi bir araç olan sanatın hatırına, "ölümsüz olacak sanatçı mı, balon olacak şöhret mi olmak istersiniz?"... Hepimiz birbirimize bu soruyu sormalıyız ve bu soruya mantıklı bir cevap vermeliyiz.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.