SANATTA EĞİTİM MİLLİ Mİ OLACAK?



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.09.2018

Allah her kulunu bir meziyet ile yaratır. Bütün yetenekler Allah'ın bir nimetidir. Yeter ki, insanoğlu bunun farkına varabilsin ve şuuruna vakıf olabilsin. Her insan doğduğu günden bu yana aldığı eğitimle ve ailesinin telkinleriyle bir meslek sahibi olmaya çalışır. Meslek, insanın yaşamını sürdürebilmesi için yaptığı bir uğraştır ve yoğun bir eğitim döneminden geçtikten sonra kazandığı unvandır.

Bu yazımda sanatın eğitim müfredatında ve mesleki anlamda neden yetersiz olduğunu anlatmaya çalışacağım. Sanata ve edebiyata eğilimi olan çocukların yetenekli olabileceğini kabul etmek zorundayız. Allah'ın çocuklarımıza verdiği meziyeti bilmemiz ve çocuklarımızın meziyetlerini geliştirmemiz gerekiyor.

Türkiye'deki en itibarlı meslekleri hepimiz biliyoruz. Doktor, avukat, mimar, mühendis, öğretmen v.s.

"Söyle bakalım, büyüyünce ne olacaksın?" diye sorulan ve adeta bir klişe haline gelen bu soruyu büyüklerinden duymayan çocuk kalmamıştır. Ailelere de "çocuğunuzun ileride ne olmasını istersiniz?" diye sorulsa bile büyük çoğunluk yukarıda yazdığım meslekleri söyler. Amacım sadece yukarıdaki meslekleri övmek veya eleştirmek değil. Neticede ailelerin de çocukları için en büyük beklentisi şudur; halk deyimiyle "bir baltaya sap olmak".

Peki yukarıdaki mesleklerin içinde neden bir tane sanatçı yok? Çünkü sanatın itibarı kalmadı. Ressamlığın, müzisyenliğin, hattatlığın, tiyatro ve sinema oyunculuğunun, şairliğin ve yazarlığın mesleki anlamda bir cazibesi yok. Aileler de çocuklarının sanata olan ilgisini hep göz ardı ediyor. "Bizim çocuğumuz çok güzel şiirler yazıyor. İnşallah büyüyünce şair olmasını istiyoruz" diyen bir aileyi zor bulursunuz. Bu yüzden gençler yeteneklerine uygun meslekleri tercih etmek istedikleri zaman maalesef bir önyargı ile karşılaşıyorlar. Hâlbuki insanların en büyük mutluluklarından biri yaptığı işten zevk almasıdır. İşini zevkle yapan bir insan daha mutlu olur, daha hızlı olgunlaşır ve hak ettiği kazancı da kazanır.

Çevre baskısı ve sanata dair kangren haline gelmiş mahut zihniyet yüzünden gençler hayallerindeki mesleği seçemiyor. Mesela tiyatro sanatçısı olmak isteyen bir genç üniversite tercihini mühendislikten yana kullanıyor. Müzisyen olmak isteyen bir genç mimarlığı veya ressam olmak isteyen bir genç muhasebeciliği tercih ediyor. Bazen gazetelerde veya televizyonlarda gördüğümüz "Mühendisti, gözden ırak bir beldeye yerleşti, süs eşyaları yapıyor ve satıyor" başlıklı haberlerin de kaderin bir cilvesi olduğunu söyleyebilirim.

Atalarımız "Zanaat, altın bileziktir" demiş. Elbette ki herkesin bir mesleği olmalıdır. Ancak sanata ve edebiyata mesleki düzeyde yeterince önem verilmiyor. Siz "meslek aşkı" nedir, bilir misiniz? Her türlü zorluğa rağmen mesleğini bırakmayan ve mesleğine âşık olan insanlar icra ettikleri mesleklere bir değer katar ve bir saygınlık kazandırır. Mesela yıllarca emek vererek "hattat" olmuş bir insana "mürekkep yalamış" derler. Tecrübeli bir tiyatro sanatçısından bahsedilirken "sahne tozu yutmuş" derler. İlle de para kazanmak için mi meslek sahibi olmak gerekiyor? Hayır. Yaşadığı topluma mesaj verebilmek veya itibar sahibi olmak da mesleki bir sorumluluktur. Herkes "mesleğinin erbâbı" olamaz.

Sanatın ve edebiyatın akademik anlamda da ihmal edilmemesi gerekir. Zaten kültür ve sanatla ilgili toplumdaki algı iyi bir seviyede değil. Resim, müzik, sinema, tiyatro, hat, tezhip, minyatür, ebru... Sizce bu sanatları icra eden sanatçıların emeği para ile ölçülebilir mi? Bu sanat dallarına devletimiz ve milletimiz gerçekten hak ettiği değeri veriyor mu? Bence sanata ve sanatçıya ülkemizde en yüksek payenin verilmesi gerekiyor.

Şimdi size Türkiye'nin birçok il, ilçe, belde ve köylerinde yaşatılmaya çalışılan "unutulmaya yüz tutmuş" geleneksel el sanatlarımızdan bazılarını hatırlatmak istiyorum. Dokumacılık, bakırcılık, keçecilik, camcılık, kanaviçe (kumaş üzerine yapılan nakış), çömlekçilik, at arabası yapımı ve süslemesi, yemenicilik, köşkerlik, silah kabzası yapımı, yağ hızmanı yapımı, duvar kilimi dokumacılığı, cerecilik, bakır işçiliği, sedef kakma ve ahşap oymacılığı, kaşıkçılık, bastonculuk, lüle ve oltu taşı işçiliği, nalın yapımı, aba dokumacılığı, heybe-çuval dokumacılığı, çarık yapımı, sepetçilik, hallaççılık, küp yapımı, çakı ve bıçak yapımı, sele ve sepet örücülüğü, bakır-gümüş işlemeciliği, kesme yapımı, kar paleti yapımı, kilden çanak-çömlek yapımı, bez bebek yapımı, kaputtan içlik ve göynek dikimi, tepesi gümüşlü altın sıralı fes yapımı, üçlü peştamal, üzerlikten nazarlık yapımı, palaz dokumacılığı, tahta tabak yapımı, zili dokumacılığı, Yassıçal çuha dokumacılığı, sap palazı dokumacılığı, ellik (üstü tahta, altı deri eldiven), koşumculuk, cicim dokumacılığı, semer yapımı...

Yukarıda yazdığım geleneksel el sanatlarımız bizlere Osmanlı döneminden yadigâr kalmıştır. Osmanlı döneminde bir ahilik sistemi vardı. Ahilik ilk olarak Anadolu'da görülmeye başlanan, daha sonra da Osmanlı Devleti'nin kurulmasında rol oynayan önemli bir teşkilattı. Anadolu halkının sanat, ekonomi ve sosyal düzenine yön veren bir teşkilat olmasıyla da bilinen bir kurumdu. Ahiler, halka sanat, meslek ve genel bilgi öğretmek için var güçleri ile çalışırlardı. Bugün ahilik sistemi gibi bir sistemimiz olmadığı için geleneksel el sanatlarımız yeterince ilgi görmüyor. Sözün özü; kapitalist sistem, ahilik sistemimizi bitirmiştir.

Maliye Bakanlığı'nın 27 Temmuz 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan Gelir Vergisi Genel Tebliği'ne göre geleneksel el sanatlarıyla geçimini sağlayan insanlara "Esnaf Vergi Muafiyet Belgesi" verilmektedir ve böylece geleneksel el sanatlarını icra eden insanlar gelir vergisinden muaf tutulmaktadır. Söz konusu "vergi" olunca Maliye Bakanlığı'nın çok titiz bir araştırma yaptığını anlayabiliyoruz. Ancak söz konusu "eğitim" olunca aynı hassasiyeti göremiyoruz. Yani atalarımızdan bize miras kalan geleneksel el sanatlarımızı icra eden insanlar gelir vergisinden muaf tutuluyor ama geleneksel el sanatlarının çocuklara küçük yaşlarda öğretilmesi için ilköğretim müfredatında herhangi bir ders programı bulunmuyor. Meslek liselerinde ve meslek yüksekokullarında geleneksel el sanatları üzerine eğitim görerek mezun olan gençlerin ise mesleki bir garantisi yok. Demek ki devlet bile daha çok vergi alabileceği mesleklere öncelik tanıyor!

Kendi çapımda bir araştırma yaptım. Türkiye genelinde 36 ilde toplam 75 tane güzel sanatlar fakültesi, 71 ilde toplam 79 tane güzel sanatlar lisesi olduğunu öğrendim. Ayrıca nüfus oranı yüksek olan belediyelerin de sanat ve meslek eğitim kursları bulunuyor. Ben şahsen güzel sanatlar üzerine kurulmuş olan liselerin, üniversitelerin ve meslek kurslarının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Maalesef güzel sanatlar eğitimi veren kurumların sayısı iki haneli sayıları geçmiyor. Güzel sanatlara yönelik eğitim kurumlarının sayısının daha fazla olması gerekiyor. Bunu başarabilirsek sanatta ve edebiyatta daha üretken bir ülke oluruz.

Herkes doktor, mühendis veya avukat olamayabilir. İnsanların sanata ve edebiyata daha fazla yönelmesi için devletin eğitim olanaklarını da arttırması gerekiyor. Türkiye'nin her bölgesinde yaşayan yetenekli insanlar, tarihi örf-adet ve geleneklerimize uygun olarak el sanatları, sahne sanatları ve görsel sanatlara yönlendirilerek meslek sahibi yapılabilir. Böylece sanatın ve edebiyatın mesleki anlamda da itibarı artar.

"Sanat eğitimi ilkokullarda, liselerde ve üniversitelerde neden yetersiz?" diye düşünüyordum. Bu konuda yazı yazmaya karar verdiğimde bir gazetede "Sinema ve tiyatro liseleri geliyor" başlıklı bir haber okumuştum. Haziran ayında yayınlanan haberde Milli Eğitim Bakanlığı'nın tematik liselerine güzel sanatların da eklenerek liselerde sinema, tiyatro, halk müziği gibi temaların yer alacağı ve oyuncu, yönetmen ve yapımcıların da eğitim vereceği yazıyordu. Bu sayede sanata ilgi duyan yetenekli öğrenciler sinema, tiyatro, halk müziği gibi temalardan birinde açılan liseleri tercih edebilecek. Konuyla ilgili açıklama yapan Milli Eğitim Bakanlığı'nın üst düzey yetkilisi, "Sanatla ilgili çocuklarımızın küçük yaştan itibaren yeteneklerini keşfedip altyapı eğitimlerini sağlıklı şekilde almalarını ve ülkemizin sanat birikimlerine katkı sağlamalarını amaçlıyoruz. 18-20 yaşında bir gencin sanat alanında yetenekli olduğunu test edip yatırım yapmaktansa 5. ve 6. sınıftan itibaren tarama testleriyle bunları yapalım. Çocuklar lise eğitimlerini alsınlar ve hangi alanda yeteneklilerse onda hem ortaöğretimlerini hem sanat eğitimlerini beraber yürütsünler istiyoruz" demiş. Gerçekten bu habere çok sevindim. İnşallah çocuklarımızın geleceğine yönelik olarak düşünülen bu çalışma en kısa sürede hayata geçer.

Bazen sizin de aklınızdan geçiyor mu? "Bugün bunca imkâna rağmen neden Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Nazım Hikmet Ran gibi şairlerimiz ve yazarlarımız yetişmiyor?" dediğiniz zamanlar oluyor mu? Bugün halen eserlerini takdir ederek okuduğumuz tarihi şahsiyetlerimizin kolay yetişmediğini bir kere daha vurgulamak istiyorum. Mesela Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in şair olmaya karar vermesi çok anlamlıdır. Buyurun, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten dinleyelim. Necip Fazıl Kısakürek, "Şairliğim 12 yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp; 'Senin şair olmanı ne kadar isterdim!' dedi. Annemin dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşına kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim: 'Şair olacağım!' ve oldum".


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.