SANATSIZ BİR DÜNYA İSTER MİYDİNİZ?



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.06.2020

İnsanlar tedirgin, insanlar umutsuz, insanlar şaşkın... Dünya kocaman bir hapishane oldu. Hatırlar mısınız, birkaç ay önce depremler olduğunda evlerin yıkılma tehlikesinden dolayı "evinize girmeyin" deniliyordu. Şimdi de bir salgın hastalıktan dolayı "evinizden çıkmayın" deniliyor. Bunlar Allah'ın bir uyarısıdır. Yüce Allah, En'am Sûresi'nin 59. ayetinde "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır" diye buyuruyor. Çin'den bütün dünyaya yayılan salgın hastalıktan dolayı hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, karantinaya alınıp tedavi gören hastalara da acil şifalar diliyorum. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Hayat devam ediyor ama her yerde bir ölüm sessizliği var. Spor müsabakaları ertelendi, kültürel ve sanatsal etkinlikler iptal edildi, okullar kapatıldı, işyerleri tatil edildi, kamu dairelerinde bile dönüşümlü çalışılıyor. Sokaklar, caddeler, alışveriş merkezleri, parklar, kafeteryalar, oteller, plazalar ve meydanlar bomboş ve ıssız... Sarılmak ve tokalaşmak bile artık çok tehlikeli... Hayatın bir anlamı kalmadı. Birisi size "sanatsız bir dünya ister miydiniz?" deseydi kabul eder miydiniz? İşte tam da bunu yaşıyoruz. Müziksiz, şiirsiz, türküsüz, öyküsüz bir dünya sinema olsa izler misiniz, tiyatro olsa seyreder misiniz, kitap olsa okur musunuz, böyle boş bir hayat olsa tahammül eder misiniz?

Her şey göz göre göre geldi. Dünyaya çok değer verdik ve dünyanın kaç bucak olduğunu gördük. Birbirimize karşı çok yabancılaşmıştık. İnsani ve ahlaki değerlerimiz yerlerde sürünüyordu. Arkadaşlık, dostluk, akrabalık bağlarımız zaten kopmuştu. Bencillik, vefasızlık ve şuursuzluk bizi bu hale getirdi. Bu saatten sonra birbirimize samimi bir şekilde sarılabilir miyiz, acılarımızı ve mutluluklarımızı paylaşabilir miyiz, bilemiyorum.

"Demokrasi" ve "insanlık" sloganları atan küresel simsarlar yıllarca Müslümanlara yaptıkları zulümden dolayı pişman olacaklar mı acaba? Peki, ülkemizde son yıllarda yaşanan edepsizliklere ve ahlaksızlıklara kim "dur" diyecek? Evvela biz kendimize bakacağız. Övünmeyi ve dövünmeyi bırakıp tövbe edeceğiz ve günahlarımızdan arınacağız. Biz kibirden, hasetten ve riyadan arınamazsak Allah'ın gazabından kurtulamayız.

Dünya büyük bir imtihandan geçiyor. Bundan sonraki süreç için çok farklı komplo teorileri konuşuluyor. "Kapitalizmin sonu geldi" diyenler var. Kaosların ve çatışmaların yaşanacağı söyleniyor. Ekonomi, üretim, yönetim, dini yapılar, sivil toplum örgütleri gibi birçok yapının değişeceği iddia ediliyor. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Eğer ki biz Batı'nın peşine takılırsak, gideceğimiz yer onların varacağı yer olur. Başımıza gelen felaketlerin asıl sebebi de budur. Batı'nın bugüne kadar bütün dünyaya empoze ettiği kavramların çoğu çöp hükmünde olacak ve hiçbir işe yaramadığı için zamanla unutulup gidecek.

Salgın hastalık insanlara temizliği ve tasarrufu öğretti, ahireti hatırlattı. Varoş parfümü diye dalga geçilen kolonyanın fiyatı beş kat arttı. Avrupa'da bile ezanlar okundu, dualar edildi. Zengin, fakir, usta, çırak, amir, memur, kadın, erkek, yaşlı, genç... Salgın hastalık hiçbir şekilde ayrım yapmadı ve herkese eşit düzeyde saldırdı. Azdıkça azan, kudurdukça kuduran, bir türlü doymak bilmeyen, malıyla ve mülküyle övünen, parasıyla herkesi ezmeye çalışan, nimete burun kıvıran, kendini dev aynasında gören, bütün özelini sosyal medyada paylaşan tuzu kuru gafiller bu yaşananlardan inşallah ders alır. Ummadığımız bir virüs hayatımızı değiştirdi ve bize "otur evinde, mütevazı yaşa, haline şükret, gösterişten vazgeç, vicdan muhasebesi yap" dedi.

20 Mart 2020, Cuma günü... Bu tarihi asla unutmayacağım. Mahallemizdeki camide okunan Cuma ezanının sesi minareden arş-ı âlâya doğru yükselirken içim sızladı. Hayatımda ilk defa mübarek bir Cuma gününde camilerimizi bomboş gördüm. Aklıma Kâbe, Mescid-i Aksa ve yeryüzündeki bütün camilerimiz geldi. Camilerimizin ve kıblemizin de bir nevi işgal edildiğini düşündüm. Demek ki biz de ezanın, selânın, caminin, namazın, ümmet olmanın, Kâbe'nin ve sağlığımızın kıymetini bilememişiz. Affet bizi Allah'ım! Bir salgın hastalıktan dolayı rahmetinden mahrum kaldık. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme Allah'ım!

İnşallah bundan sonraki süreci ben de takip etmeye devam edeceğim. 2017 yılından bu yana eğitim, sanat, bilim ve edebiyatın önemini elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum. Ancak dindar bildiğimiz muhafazakâr insanlar bilime ve sanata önem vermediği gibi ahlaki değerlerimizin tarumar edilmesine de bilerek göz yumdu. Medya ve sanat alanında yapılan faaliyetlerde taklitçilikten öteye gidemedik. İletişim çağı diyoruz ama bu iletişim çağında hakikatler her zamankinden daha çok değersizleştiriliyor. Yalanla doğrunun savaştığı bir dönemde yalan haberler daha hızlı yayılıyor. Doğru haberlere ise kimse inanmıyor.

Son yıllarda çekilen televizyon dizilerinin ve sinema filmlerinin içeriklerini anlatmama gerek var mı? Dini, milli ve ailevi değerlerimizle alay eden ve toplumun ahlakını kötü yönde etkileyen yapımlara destek olanlar bunun hesabını nasıl verecek? Bir sürü gazetemiz ve televizyon kanalımız olmasına rağmen bu alanda ezberci bir tutum sergilendi. "Evde Kal" denildiği günden beri yediden yetmişe herkes internette ve televizyon karşısında zaman geçiriyor. İzleyici kitlesi büyük ölçüde değişti ama medyanın umurunda değil. Saçma sapan yarışma programları, ahlaksız dizilerin eski bölümleri ve konukların birbirlerine durmadan hakaret ettiği tartışma programları halen yayınlanmaya devam ediyor. Herkese hitap eden ve ailece izlenebilecek seviyede olan filmler ve programlar yayınlamak kimsenin aklına gelmiyor mu?

Dikkat ettiyseniz her şeyi siyasete odakladık ve aşırı bir şekilde siyasallaştık. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan işgüzarlar yüzünden siyaset kirli bir mekanizma haline geldi. Siyasette sizin ne söylediğiniz önemli değildir, toplumun sizi nasıl anladığı önemlidir. Herkesin bildiği sırlar ortada iken birilerinin hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları toplumun güvenini sarsıyor. Bu yüzden siyaset milletin nezdinde bir nefret objesine dönüştü. Fakat bunu halen anlamamazlıktan gelenler var. "Kol kırılır, yen içinde kalır" dedikçe gafiller daha çok azıyor. Öyle bir azıyorlar ki; ayet, hadis, atasözü, deyim, tavsiye, temenni, uyarı, hiçbiri fayda etmiyor. Geriye ne kaldı ki... Beddua, küfür, hakaret... Bunları işitince de "insanlar bize niye küfrediyor, hakaret ediyor?" diyorlar.

Son yazılarımda Allah'ın büyüklüğünü unutan gafilleri anlattım. Ben "algı operatörü" veya "kanaat önderi" değilim. Kendimi duâyen bir köşe yazarı olarak da görmüyorum. Şahit olduğum yanlışlıkları edebimle, samimiyetimle ve cesaretimle dile getirmeye çalışıyorum. Hakikatleri anlatmak için kitabından ortasından konuşuyorum. Lafı eğip bükmeyi sevmiyorum. Yüce Allah, A'râf Sûresi'nin 179. ayetinde "Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmış olduk. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır" diye buyuruyor.

Mesela bizim mükemmel(!) bir medya kuruluşumuz var. İsmi sürekli bir kuş ismiyle anılıyor. Atmaca mıydı, baykuş muydu, kelaynak mıydı, papağan mıydı, hatırlayamadım bir türlü... Halk arasında "muhalif" olarak anılan bir tane ana haber sunucusu var. Adama "algı operatörlüğü" yapması için bir görev verilmiş. Haberleri çarpıtıyor, saçma sapan yorumlar yaparak milletin zihnini bulandırıyor. Adam gerçekten görevini "mükemmel" yapıyor. Bizim "yerli ve milli" olduğunu iddia eden medya mensuplarına bakıyorum, adama koro halinde sabahtan akşama kadar küfrediyorlar. Bir yandan da ağzının içine bakıyorlar, içlerinden "ah be, keşke bir kerecik de olsa bizi övse" diyerek... Sözkonusu sunucu hasbelkader "yahu ülkemizde aslında güzel şeyler de oluyor" diye bir laf söylese var ya... O sunucuyu anında en büyük medya kuruluşumuzun başına müdür yaparlar. Bir yandan da zafer sloganları atarlar, "işte bakın, yıllarca bize küfreden bir insanı kazandık, artık o da bizden oldu" diyerek... Ben hayatımda böyle bir eziklik görmedim.

Sizi eleştiren ve yalan-yanlış sözlerle milletin zihnini bulandıran insanlara karşı durmadan küfür ediyorsanız sizin bir fikriniz ve vizyonunuz yok demektir. Fikir mücadelesi böyle yapılmaz. Fâsıklara karşı böyle mücadele edilmez. 2003 yılında vefat eden Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç "Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir" demiş. Ruhu şâd olsun, mekânı cennet olsun!

Aklıma Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Aman!" ve "Sakarya" şiirleri geldi. "Aman!" isimli şiirinde "Aman efendim, aman! / Galiba âhir zaman! / Manzarası yurdumun, / Tufan gününden yaman!" diye yazmış. "Sakarya" şiirinde ise "Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; / Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?" diye haykırmış. Düşünüyorum da, hayatta olsaydı geçmişini unutan gafillere de "hayat süren leşler" diye hitap eder miydi acaba? Bu vesile ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e de vefatının 37. yıldönümünde Allah'tan sonsuz rahmetler diliyorum. Ruhu şâd olsun, mekânı cennet olsun!

Şeytan fazla mesai yapıyor. Şu zor günlerde bile sıkıntılarına çözüm arayan insanlar üzerinden kendini "pazarlamaya" çalışan işgüzarlar gördüm. Riyakârlık böyle bir şeydir. "Neşeli Günler" filmindeki "Ziya" kılıklı adamlara fazla değer verildiğini daha önce söylemiştim. Gerisini siz düşünün. "Sanatsız bir dünya ister miydiniz?" demiştim, hatırladınız mı?


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.