ÖNCE ŞAHSİYET, SONRA MEZİYET!



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.08.2019

Rakamların ve sloganların revaçta olduğu bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlarda kimlik bunalımı had safhaya çıktı. Böyle bir dönemde işinin ehli olmayan insanlar bile rakamlar üzerinden değerlendiriliyor. Kolombiyalı ünlü uyuşturucu taciri Pablo Escobar "Herkesin bir fiyatı vardır. Önemli olan bu fiyatı bulabilmektir" demiş. Mesela "ben sadece kazancıma bakarım" diyen insanlar sizin de dikkatinizi çekiyor mu? Esasen bu başlı başına bir şahsiyet sorunudur. İnsan, evvela şahsiyet sahibi olmalıdır. Önce şahsiyet, sonra meziyet.

Toplumumuzun değer yargıları çok değişti. Özellikle gençler yeni tanıdıkları insanların dindar olmasına değil, "iyi bir insan" olmasına daha çok dikkat ediyor. Suret-i Hakk'tan görünüp kul hakkı yiyen ve başkalarına kötülük yapan insanların nelere vesile olduğunu anlayabilmek zor değil. "Kol kırılır, yen içinde kalır" dedikçe mızrak çuvala sığmaz oldu. Gençler bu tip insanların her fırsatta kazançlı çıktığını gördükçe dürüst ve ahlâklı olmaya değil, düzenbaz ve sahtekâr olmaya özeniyor.

Ehl-i keyf yaşayan insanların hareketleri büyük hayal kırıklıklarına ve fikri savrulmalara sebebiyet veriyor. Mesela akşamları nargile içerken ülkeyi kurtaranlar var. Koltuk sevdasından gözü kimseyi görmeyenler var. Sağa sola adam yerleştirip başkalarının hakkını yiyenler var. Protokol sıralarına yakın yer kaparak iktidar mensuplarına kendini "pazarlayan" var. Ünlü sanatçılarla ve siyasetçilerle çekindiği resimleri sosyal medyada profil resmi yapınca kendini "mükemmel" zannedenler bile var. Bu tip insanlar her zaman "çalışıyormuş" gibi görünürler, insanlara tepeden bakarlar ve sadece kendi çıkarlarını düşünürler. Onların dava(!) bilinci budur.

Son yıllarda yaşadığımız olaylara biraz da sanat ve edebiyat penceresinden bakalım. Dini ve milli hassasiyetleri yüksek olan asil yazarlar ve sanatçılar kimsenin aklına gelmedi. Şöhretli insanlar daha değerli oldu. Hâlbuki itibar sahibi olmak şöhretli olmaktan daha değerlidir. Bir insanın sosyal medyadaki takipçi sayısı veya şöhretli bir insan olması o insanın "mükemmel" ve "itibar sahibi" bir insan olduğunu göstermez. Bizim toplum olarak rakamlara, sloganlara ve şöhrete karşı büyük bir zaafımız var. Bunu bir türlü aşamıyoruz.

Birtakım odaklar karşınıza bir "profil" çıkarıyor. Özgür yaşayan, gününü gün eden, herkese tepeden bakan, doğduğu ülkenin dini ve milli değerlerine saygı duymayan, Batı'ya özenen ve sürekli göstermelik hareketler yapan bir profil düşünün. Bu profil medyada parlatılıyor. Belli başlı televizyon programlarına katılıyor. Birkaç kişi ile polemik yaptırılıyor. Hatta biraz daha dikkat çekmek için magazin programlarına konu olacak şekilde aykırı hareketler yapan bu profil sahibi, kısa sürede bir "rol model adayı" oluyor ve halkın nazarında gayriresmi bir unvan kazanıyor; "Ünlü sanatçı"... Sonra bu "ünlü sanatçı" her yerde kırmızı halılarla karşılanıyor, resmi resepsiyonlara davet ediliyor, ödül törenlerinde "yılın sanatçısı" diye ödül alıyor, yıllarca alay ettiği ve küçümsediği siyasetçilerin bile gözdesi oluyor. Bu nasıl bir ezikliktir Ya Rabbi? Bir yanda sanatçı(!) diye geçinen Batı taklitçileri, diğer yanda siyasetçi(!) diye geçinen gösteriş meraklıları...

Ünlü insanlara "yaranmak" hangi akla hizmettir? O ünlü sanatçılara yaranmaya çalışanları çok garipsiyorum. Güya onları "kazanmak" için uğraşırken "kaybedilen" insanlar hiç düşünülmüyor. 2004 yılında vefat eden merhum dedem şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat'ın bu konuda çok mânidar bir sözü vardır; "Eski dostlar bir makâma geldikleri zaman hemen yeni dostlar aramaya başlarlar. O sırada eski dostlarını kaybetmeye başlarlar".

Bir önceki yazımda kültür bürokrasisini hak ettiği şekilde eleştirdim. Hak geçmesin, içlerinde gerçekten görevini düzgün bir şekilde yapmaya çalışan başarılı insanlar da bulunuyor. Fakat o başarılı insanların yanıbaşındaki fırsatçı tiplerin başarılı insanları engellemek için yaptıkları ayak oyunlarını anlatmaya kelimeler yetmez. "Başarılı" ve "başarısız" olan kişilerin isimlerini bile söylemeye çekiniyorum. Çünkü benim "başarılı" dediğim insanlar bir alt makama atanır, "başarısız" dediğim insanlar bir üst makama terfi ettirilir. Ben ülkeme bu kötülüğü yapamam. Buna vicdanım el vermez.

Gelin, hep birlikte gerçeklerle yüzleşelim. Türkiye'de sanat, edebiyat ve bilim neden halen ikinci planda tutuluyor? Sanata ve sanatçıya ne kadar değer veriliyor? Ünlü sanatçıların ülkemize ne katkısı oldu? Kim kime ne kadar değer veriyor? Değerli olan ile değerli olmayan arasındaki fark kimi ilgilendiriyor?

Bir kere aklınızı kiraya verirseniz bütün iradeniz ipotek altına alınır. Mesela siz sanatını satan bir sanatçının, makamını satan bir bürokratın, kalemini satan bir köşe yazarının verebileceği zararı düşünebiliyor musunuz? Elbette ki her emeğin bir karşılığı vardır. Kazancınız da emeğiniz nispetinde gelip sizi bulur. Hiçbir emek vermeden bir anda meşhur olan insanlar ise gün gelir, unutulur giderler. Yoksa siz de Pablo Escobar gibi "Herkesin bir fiyatı vardır" mı demek istiyorsunuz?

Geçen sene yazmıştım ve "Sanatçı muhalif mi olmalı, yalaka mı olmalı, bir sendikaya mı üye olmalı veya ne idüğü belirsiz oluşumlara mı katılmalı?" diye sormuştum. Sanatçılar biraz aykırı fikirlere sahip olan, biraz da militan ruhlu olmaya çalışan insanlardır. Fakat sanatçılar bu aykırı tutumlarını bence eserlerine yansıtmalıdır. Bir sanatçıya militanca hareketler sergilemek yakışmaz. Siyasi görüşlerini ulu orta söyleyen insanların da sanatçı kişiliğinden şüphe ederim.

Halkımız popüler sanatçıları her zaman takip eder, herhangi bir yerde karşılaşınca fotoğraf çektirir, çoğu zaman da onlara hayranlık duyar. Ancak halkımız popüler sanatçıların politik tavırlarını tasvip etmez. Çünkü halkımız sanatçıların sanatıyla meşgul olmasından yanadır ve sanatçıları kanaat önderi olarak görmek istemezler. Bu yüzden bir sanatçı herhangi bir siyasi partiden aday olunca yüksek düzeyde oy alamaz.

Son yıllarda "severek izliyoruz" dediğiniz sanatçıların bir anda politik açıklamalar yapmaları size de mânidar gelmiyor mu? Lafa gelince "apolitik" konuşan, her şeye "muhalif" olmaya çalışan, "anti-militarist" geçinen, güya "marjinal" yaşayan insanların böyle hareketler yapması büyük şüpheler uyandırıyor. İster inanın, ister inanmayın, yüksek bütçeli reklam filmlerinde rol almanın bir bedeli vardır.

Mesela geçen sene bir akaryakıt reklamında rol alan tanınmış bir tiyatro sanatçısı hiç kimsenin ummadığı bir zamanda hükümet aleyhine politik açıklamalar yapınca başsavcılık tarafından hakkında soruşturma başlatıldı. Bu tip hareketlerin bir anda vuku bulduğunu düşünmüyorum. Yüksek bütçeli bir reklam filminde rol almayı kabul ederseniz, günü geldiğinde sizden ülkeniz ve milletiniz aleyhine konuşmanızı isterler, yani size "bedel" ödetirler. İsterseniz kabul etmeyin, "sanat hayatınızı" bitirirler. Küresel medyanın "sanat anlayışı" budur. O ünlü(!) sanatçıları "meşhur" eden otorite ile "rezil" eden otorite aynıdır. Sanmayın ki, o ünlü sanatçıları halk meşhur ediyor, halk unutuyor. Ünlü insanların "rol model" olarak halka lanse edilmesi ise ayrı bir garabettir.

2010 yılında Volkan Konak yabancı markalı bir içecek firmasının reklam filminde oynamayı reddetmişti. Reddedilen 1 milyon dolarlık reklam filmi teklifini ise başka bir ünlü(!) kabul etmişti. Kabul edenin ismini söylemeyeyim, belki utanır. Şahsen bu anlamda "ABD sermayesiyle çalışmam" diyen Volkan Konak'a daha çok saygı duyuyorum. Soruyorum, Volkan Konak gibi milli bir duruş sergileyebilecek kaç tane sanatçımız var?

100 dolarlık banknotların üstünde fotoğrafı bulunan Benjamin Franklin "Para her şeyi yapar diyen adam, para için her şeyi yapan adamdır" demiş. Herkesin bir fiyatı olsa bile itibarını, yeteneğini, sanatını, aklını, ruhunu, bedenini ve vatanını "para" karşılığında satmayan insanların varlığını unutmamalıyız. Dürüstlük ne pahasına olursa olsun etik dışı davranışları reddetmekle başlar. Şahsiyet sahibi insanlar ilkelerini pazarlık konusu bile yapmaz. Eğer sizin ilkeleriniz yoksa rakamlar üzerinden değerlendirilirsiniz. "Ölürüm de, sanatımdan taviz vermem, davamdan dönmem" diyebilen sanatçılara her zaman derin bir saygı duyarım. Şükürler olsun ki, genç yaşımda böyle asil sanatçılarla tanışma imkânım oldu. Elimden gelse de, onlar için bir şeyler yapabilsem...

Şahsiyet sahibi olamamış, ünlü olmaktan başka bir şey düşünmeyen, ülkemizin milli ve manevi değerlerine saygısızca dil uzatan, sanatını sadece ticari bir kazanç vesilesi olarak kullanan insanların ülkemize "ne kadar" zarar verdiğini, gençlere "ne kadar" iğrenç bir örnek olduğunu hepimiz biliyoruz. Bizim asil, mütevazi, hakikatten yana olan, hiçbir sultaya boyun eğmeyen, gerçek eserler üreten, halka tepeden bakmayan, devletini ve milletini hiçbir karşılık beklemeden can-ı gönülden seven sanatçılara çok ihtiyacımız var.

"İyi" ile "kötü", "başarılı" ile "başarısız", "ünlü sanatçı" ile "ünsüz sanatçı" arasındaki farkı ayırt etmenin zamanı gelmedi mi? Allah size "yürü ya kulum" demişse, millet de size destek olmuşsa daha neyi bekliyorsunuz? Siz halen Allah'ın inayetine, milletin desteğine rağmen "aman, muhalifler yanlış anlamasın", "eyvah, fincancı katırlarını ürkütmeyelim" veya "aman, ağzımızın tadı kaçmasın" diye korkarak hareket ederseniz, o korkularınız sizin en büyük zaafınız olur ve mutlaka korktuğunuz başınıza gelir.

"Bizim medyamız var" diye sevinmeyin, her biri ayrı telden çalıyor. Herkese bir haller olmuş. Bakıyorsunuz, fikir birliği yok, amaç birliği yok. Kaldı ki; bilime, sanata ve edebiyata dair doğru düzgün bir hedefimiz de yok. Biz fikir üretmiyoruz, değer üretmiyoruz ama her şeyi tüketiyoruz. Sonra da "biz nasıl bu hale geldik?" diyoruz. Romalı Şair Horatius demiş ki, "Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyen"...


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.