ÖĞRETİLMİŞ EHLİYETSİZLİK



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.09.2021

İlginç zamanlarda yaşıyoruz. Görüntüye çok takılıyoruz ve hemen aldanıyoruz. Görsellik adeta gerçeğin yerini almış. Olduğu gibi görünen veya göründüğü gibi olan insanların sayısı da günden güne azalıyor. Bugün hayatında hiçbir hedefi olmayan insanları gördükçe bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyorum. Bunların da ötesinde neye sahip olduğumuzu ve nelere sahip çıkmamız gerektiğini anlamamız gerekiyor.

Yokluklar içerisinde binbir mücadele ile bugünlere geldik ve geçmişe bir sünger çektik. Böylece geçmiş ile gelecek arasında sıkışıp kaldık. Bir sürü televizyon kanallarımız, gazetelerimiz, sahnelerimiz ve matbaalarımız var. Ancak bu mecralara özümüzü yansıtabileceğimiz eserleri üretmek için gereken azim, cesaret ve yürek yok. Kimse bana "elimizde olmayan sebeplerden dolayı" diye başlayan sözler söylemesin. Işıl ışıl stüdyolar, devasa salonlar, muazzam üniversiteler ve dünyayı tozpembe gösteren medya kuruluşları, yüreğimizdeki sanat aşkını ve birlik-beraberlik duygusunu yerle bir etmişse nerede hata yaptığımızı düşünmeliyiz.

Biz millet olarak dini, milli ve ailevi değerlerimize sahip çıkmadık. İnsan yetiştirmenin önemini bile kavrayamadık. İlim adamı, gerçek sanatkâr, dürüst hizmetkâr, idealist öğretmen, muteber tüccar, uzun lafın kısası güzel ahlaklı, çalışkan ve dürüst insanlar yetiştiremedik. Bol bol fenomen, manken, trol, militan, ünlü, düzenbaz, yandaş ve muhalif yetiştirdik. Maksadım birilerini kınamak değil ama bazı hataların telafisi mümkün olmuyor. Yanlış, yanlışla düzeltilemez.

Bizler sanatımıza sahip çıktık mı, edebiyatımıza hak ettiği değeri verdik mi, kıymetli sanatçılarımızın kıymetini bildik mi? Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz televizyonlarda çoğunlukla yurtdışı menşeli programlar ve diziler yayınlandı. Gazetelerimiz genellikle övgü ve sövgü odaklı haberler ve köşe yazıları yayınladı. Tiyatro sahnelerimiz sahipsiz bırakıldı ve sinema salonlarımız yabancı firmalar tarafından tekelleştirildi. Kıymetli yazarlarımıza bile yayınevleri sahip çıkmadı, eserlerini yurtdışına ihraç etmedi. Bir kurumun veya kuruluşun sahibi olmak önemli değildir. Önemli olan o kurum ve kuruluşları dürüst ve ahlaklı bir şekilde yönetebilmektir.

İlimde, sanatta ve medyada etkin olamazsanız ahlaki ve kültürel değerlerimizin insanlara sirayet etmesine vesile olamazsınız. Art niyetli insanların ürettikleri ahlaksız içeriklere engel olmaya çalışmak için gösterdiğimiz çabayı özgün, kaliteli ve ahlaklı içerikler üretmek için de göstermeliyiz. Çünkü ahlaksız içerikler saf ve tertemiz zihinleri tarumar eder. Topraklarımızı işgal edemeyen düşmanlarımız batıl düşünceleriyle Z kuşağı dediğimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin zihinlerini işgal eder de, ruhumuz bile duymaz.

İranlı Yönetmen Mecid Mecidi, 2015 yılında İstanbul'da jüri üyesi olarak katıldığı bir kısa film yarışmasında, "Bugün maalesef Peygamber Efendimizle ya da İslam'la ilgili çalışmaların sayısı oldukça az. İslam kötü tasvir ediliyor ve bence bunu düzeltme imkânı ancak sanatla mümkün. Hazreti İsa hakkında 200, Hazreti Musa hakkında 120 ve Buda hakkında 42 film yapılmasına rağmen Peygamber Efendimiz hakkında sadece bir film var" demişti. Bu sözlerin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen halen değişen bir durum yok.

Geleneksel sanatlarımıza sahip çıkmadığımız için küresel güçlerin bize dayattığı her şeyi anında kabulleniyoruz. Yetkimiz sıfır ama katılım oranımız maalesef çok yüksek oluyor. İstedikleri her şeyi yapıyoruz, değiştirdikleri her şeye uyum sağlıyoruz, ürettikleri bütün ürünleri satın alıyoruz. Gösterdikleri reklamları ve öne çıkardıkları her şeyi izliyoruz, bire bir taklit ediyoruz ve meşhur etmeye çalıştıkları herkesi bağrımıza basıyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi bir de hayranlık duyuyoruz, sonra da "benim özgür iradem var" diyoruz.

Birlik ve beraberliğin olmadığı yerde, daha doğrusu ekip ruhu yaşatılmadığı müddetçe sanatta, edebiyatta, eğitimde, ticarette, hatta siyasette bile başarılı olunamaz. Ne yazık ki, birlik ve beraberlik algımız çok değişmiş. Birlik ve beraberlik denildiğinde "hadi gel, birlikte aynı ihaleye girelim" veya "hadi bakalım, seçimde aynı partiye oy verelim" şeklinde algılanıyor. "İhale" ve "seçim" odaklı bir hayat sizce ne kadar anlamlıdır?

İşte bu şuursuzluk, iradesizlik ve hedefsizlik yüzünden eğitimde, sanatta, edebiyatta, ticarette ve siyasette iyi bir seviyeye gelemedik. Rakamlarla, hisselerle ve oy oranlarıyla çok övündük. Ne kadar şahsiyetsiz, haysiyetsiz ve kimliksiz adam varsa en önemli görevler ve makamlar onlara emanet edildi. Her yüzümüze güleni dostumuz(!) sandık, "münafık mıdır, yoksa gerçekten dava adamı mıdır?" diye istişare etmeden bağrımıza bastık.

Küçük bir hikâye anlatayım. Adamın biri hep bir araba sahibi olmanın hayaliyle yaşıyormuş. Allah nasip etmiş ve nihayet bir arabası olmuş. Bir gün arabasıyla yolda giderken trafik polislerinin çevirmesine takılmış. Ehliyet ve ruhsat sorgulaması yapılmış ve arabası bağlanınca "işte bunlar dış güçlerin oyunları" demiş. Çünkü yıllarca araba almanın hayaliyle yaşayan güzel kardeşimiz ehliyet almayı hiç düşünmemiş. Bilmem, anlatabildim mi?


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.