MAZLUMUN YANINDA, ZALİMİN KARŞISINDA



Mektup Edebiyat Dergisi / 04.05.2023

Orta düzey bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası tüccardı ve çok zeki bir adamdı. Çocukluğu babasının hayvanlarını gütmekle geçti. Çobanlık yaptığı yıllarda hayvanları güderken azıcık dinlense babası tarafından ağır cezalara ve işkencelere maruz kalırdı. Babasından gördüğü şiddet karakterini de etkiledi. Şahit olduğu ihtilaflı davalarda hakemlik yaparak haklıyla haksızı ayırt ederdi. Okur-yazardı ve hitabeti güçlüydü. İyi bir hatip olduğu için topluluklar arasında elçilik de yapardı.

İlerleyen yıllarda ticarete atıldı ve tüccarlık yaptığı sırada şöhreti ülke sınırlarını aştı. Mensubu olduğu toplumda en şerefli mertebeye yükseldi. Yaman bir delikanlıydı. Uzun boylu, heybetli ve gür sesliydi. Yalancıların, hırsızların ve zalimlerin baş düşmanıydı. Adildi ve husumetli taraflar arasında hakem olmaktan çekinmezdi. Hiç kimse onun karşısında duramazdı. Doğru olduğuna inandığı bir şeyi çekinmeden söylerdi. Nüfusuyla, gücü ve kuvvetiyle meşhurdu.

Bazen öfkesi aklını zail ederdi ve birtakım cahillikler de yapardı. Yakın çevresindeki insanların inancına müdahale ederdi. Eğlencesine düşkündü ve 30 yaşına kadar 4 evlilik yapmıştı. Bütün bunları yaparken ilerleyen yıllarda başına neler geleceğini ve nelerle müşerref olacağını bilmiyordu. Uzaktan gözlemlediği ve gıpta ettiği biri vardı. Onu daima sever, sayar, takdir ederdi ama aynı fikirde olmadıkları için hayıflanırdı. Hâlbuki gıpta ettiği kişi onunla dost olmak için çaba göstermesine rağmen fikir uyuşmazlığından dolayı soğuk davranıyordu.

Gıpta ettiği kişinin yanlış yolda olduğunu düşünüyordu. Onun fikirlerinin toplumu kötü yönde etkilediği her yerde konuşuluyordu. Onu bu yoldan vazgeçirecek tek kişinin de kendisi olduğu söyleniyordu. Bu yüzden içinde bulunduğu toplumun kurtarıcısı olarak görülüyordu. Bu düşüncelerle bir gün dışarıda dolaşırken kutsal bir mekândan geçti. Yakınlardaki bir evde gıpta ettiği kişinin kendisini beklediğini öğrendi. İlk duyduğunda görüşmek istemedi ama sonra görüşmeye karar verdi. Niyeti onu öldürerek mahalle baskısından kurtulmaktı.

Öldürme niyetiyle kararlı adımlarla yürürken onu görenler hiddetinden ürperiyor ve sağa sola kaçışıyordu. Dar sokaklarda yürüdükçe kanı kaynıyor, öfkesi pekişiyordu. Yolda karşılaştığı durumlar onu daha da çok öfkelendirdi. Onu tanıyanlar kafasına koyduğu bir şeyi mutlaka yapacağına inanırdı. Karşısına yakın akrabalarından biri çıktı. Onun niyetini anlayınca kendi aralarında tartıştılar. Kız kardeşinin ve eniştesinin de yanlış fikirlere inandığını öğrenince yolunu değiştirdi ve kız kardeşinin evine doğru koşmaya başladı.

Duyduklarına inanmak istemiyordu. Kız kardeşini çok severdi. Eve vardığında aralık olan kapıdan avluya girdi. Kız kardeşinin iş yaparken kendi kendine okuduğu şiirleri çok sevdiği için odasının penceresine doğru yaklaştı. Yüz yüze görüşürken kız kardeşi ağabeyinin karşısında şiir okumaya utanırdı. Kız kardeşinin sesini can kulağıyla dinlerken birden hikmetli sözler işitmeye başladı. Duyduklarının doğru olduğunu anlamıştı. O hışımla evin kapısına koştu, kapalı olan kapıyı tekmeledi ve yumrukladı.

Kız kardeşi pencereden bakınca ağabeyini gördü. Eşiyle birlikte başka bir misafir de evdeydi. Misafire gizlenmesi için bir köşe ayırdıktan sonra kız kardeşi ağabeyine kapıyı açtı. Eve girer girmez öfkesinden dolayı kız kardeşini ve eniştesini sorgulamaya başladı. İstediği cevapları alamayınca eniştesini hırpaladı. Pencereden duyduğu hikmetli sözlerin kime ait olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Kendisine engel olmaya çalışan kız kardeşine vurunca kız kardeşi durumu itiraf etti. Kız kardeşinin dudağındaki bir damla kan yüreğini yumuşattı.

Sinirleri yatışınca kız kardeşi ağabeyinin pencerede iken duyduğu hikmetli sözlerin yazdığı sahifeleri getirdi. Sahifelere şaşkınlıkla bakıyordu ve bir türlü okumaya cesaret edemiyordu. Nihayet cesaretini toplayıp yüksek sesle okumaya başladı. Okudukça kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Sesine hüzün doldu, yaptıklarından pişman oldu. Okuduğu her kelime gönlüne işliyor, hikmetli sözlerin güzelliği ruhunu sarsıyordu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Gizlendiği yerden çıkan misafir de olanları hayretle izliyor ve o da ağlıyordu.

O an bir hakikate mazhar oldu ve Hakk'ı haykırdı. Okuduğu sahifeleri elinde tutuyordu. Kaldırıp yüzüne sürdü, kokladı, öptü. Sonunda kız kardeşine geri verdi. İçinde bir coşku oluşmuştu. Öldürmeye niyetlendiği gıpta ettiği kişinin bir an önce yanına gidip ona hakikatleri haykırmak istiyordu. Çünkü gıpta ettiği kişi de onun için gıyabında hayırlı dualar ediyordu. Kendine gelince kız kardeşine ve eniştesine sarılarak özür dileyip helallik istedi. Daha sonra müsaade isteyerek evdeki misafirle birlikte dışarıya çıktı.

Yolda geçmişini hatırladıkça utanıyor, yüzü kızarıyordu. Koca gövdesi vicdan azabıyla sarsılıyordu. Otuzlu yaşlarındaydı ve son yıllarda öfkesine yenilip inançlı insanlara çok zulmetmişti. Yaptıkları aklına geldikçe içi içini yiyordu. Gıpta ettiği kişinin evine yaklaşınca yanındaki misafire onunla tek başına görüşmek istediğini söyleyip eve doğru yola koyuldu. Yürürken kendine çeki düzen verdi ve büyük bir teslimiyetle yürümeye başladı. Kendisini bambaşka bir insan olarak görüyordu. Ruhunun ve bedeninin arındığını hissederek dua etti.

Evin kapısına vardığında sakince kapının tokmağını vurup bekledi. Bu bekleyiş ona çok uzun geldi. Zira evde gıpta ettiği kişiyle birlikte başka insanlar da vardı. İçerdekiler kapıdaki kişiyi tanıdıkları için bir an şüpheye kapıldılar. Endişeyle açılan kapıdan içeriye girdi ve herkese selam verdikten sonra gıpta ettiği kişinin yanına kadar gidip onun konuşmasını bekledi. Duyduğu sözden sonra "ben de sizdenim" dedi ve o an hep birlikte tekbir getirdiler. Tekbir sesleri adeta bütün şehre yayıldı.

Hayatı tamamen değişmişti. Otuzlu yaşlarından ellili yaşlarına kadar inandığı gibi yaşadı. Kötü alışkanlıklarını tamamen terk etti. Onun dirayeti, feraseti, cesareti ve hakkaniyetli oluşu mensubu olduğu topluluğu da derinden etkiledi. Nice zorluklara göğüs gerdiler. Nice zulümlere maruz kaldılar. Ölüm kalım savaşları yaptılar ama hiçbir savaşı kaybetmediler. Aradan geçen 20 yılın sonunda önemli bir göreve geldi. İnsanların artık canı ve malı ona emanetti. Gıpta ettiği kişiyle birlikte bazı gönül dostları da hayata gözlerini yummuştu.

Üstlenmiş olduğu kutlu vazifeden ötürü kibirlenmedi. Daima toplumun menfaatlerini kendi menfaatlerinden üstün tuttu. Kendisine yaltaklananlara prim vermedi. En büyük korkularından biri toplumun cahil kalmasıydı. Cehalete karşı var gücüyle mücadele etti. Adaletin mülkün temeli olduğuna, zulüm ile abad olunamayacağına, millete hizmetkâr olarak Allah katında şerefli bir makama geleceğine inancı tamdı. Daha önce hiçbir devlet işinde çalışmamıştı. Bu hususta bir eğitim de görmemişti. Buna rağmen bu ağır yükü taşımasını bildi.

Bir gün halka açık bir mekânda kalabalık bir gruba hitap ederken "Ey ahali, bir gün adaletten ve doğru yoldan saparsam bana ne yaparsınız?" diye sorunca içlerinden biri ayağa kalkıp yüksek sesle "seni kılıcımızla düzeltiriz" dedi. Bunu diyen kişinin cesaretini sınamak için "benim hakkımda nasıl böyle konuşabiliyorsun?" deyince aynı kişi "evet, vallahi bu sözleri sana söylüyorum" dedi ve geri adım atmadı. Duyduğu bu sözler karşısında "şükürler olsun ki, beni yanlışlarımdan döndürecek arkadaşlarım varmış" diyerek şükretti.

Devlet malını gözü gibi korudu. Emanete ihanet etmedi. İnsanlar arasında ayrım yapmadı. Farklı dinlere mensup olan insanların bile hakkını savundu. Adı nerede duyulursa duyulsun itimat telkin etti. Kalbi ve gönlü engin bir merhametle dolu olduğu halde insanların geleceği söz konusu olduğu zaman adeta arslan kesilirdi ve düşmanlarını titretirdi. Bu konuda asla taviz vermezdi. Kötü alışkanlıkları olan oğlunu bile cezalandırmaktan çekinmedi. Kutsal değerlere büyük önem verirdi ve inancının gereğini en iyi şekilde yerine getirirdi.

Adalet, özgürlük, eşitlik ve ahlak kurallarında dünya çapında üne kavuştu. Devlet yönetimine bir dinamizm kattı. Eğitime önem verdi, sayısız okullar açtı, vakıf sistemini tesis etti. Şehirler kurdu, kanallar açtı, barajlara ve yollara büyük önem verdi. Güzel sanatlara hayrandı, şiirden anlardı, severdi ve teşvik ederdi. Gerici ve yobaz değildi. Bilhassa insan sevgisi sınırsızdı. Önüne serilen nimetlere dudak büküp geçti. Sadelikten yana oldu, halktan yana oldu. Onlar gibi yaşadı. Bilhassa dul ve yetimlere çok yardım etti. Böyle olduğu halde şanından, şerefinden ve karizmasından hiçbir şey kaybetmedi. 10 yılda nice devrimlere imza attı. Sırtından hançerlenmeseydi yeryüzünün en gururlu dönemlerinden birine vesile olacaktı.

Allah'ın insanüstü vasıflarla yarattığı, en güzel müjdeye mazhar olduğu halde şımarmayan, rehavete kapılmayan, her daim mazlumların yanında, zalimlerin karşısında duran, eğilmeyen, bükülmeyen ve yamulmayan lider bir şahsiyet... Gıpta ettiği kişi Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in (S.A.V.) ta kendisiydi. Hazreti Muhammed'in (S.A.V.) "Eğer benden sonra Peygamber gelseydi Ömer olurdu" dediği Hazreti Ömer'in (R.A.) hayatını ismini söylemeden otobiyografik bir belgesel gibi anlatmaya çalıştım. Yaklaşık 60 yılı aşkın ömrünü cahil ve ehil diye ikiye ayırabilirsiniz. Ne olursa olsun onun sarsılmaz bir iradeye sahip olan lider bir şahsiyet olduğunu görürsünüz. Bugün bile halen adalet denildiğinde onu anıyoruz ve arıyoruz. Ruhu şâd olsun.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.