"KÜLTÜR MUHAFIZI" OLMAK İSTER MİSİNİZ?



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.09.2019

Çin'de kelime oyunu yapmak yasakmış. Çince'nin çok fazla eşsesli sözcük içermesi nedeniyle günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olan kelime oyunları, Çin diline ve kültürel mirasına zarar verdiği gerekçesiyle yıllar önce kültür muhafızları tarafından yasaklanmış.

Her ne kadar Çin'de kelime oyunu yapmanın yasaklanması dikkatimi çekse de, benim asıl aklımı kurcalayan ifade "kültür muhafızları" oldu. Çin bile dilini ve kültürel mirasını korumak için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Peki, biz neden bir şeyler yapmayalım? Neticede bizim de Türk milleti olarak asırlardır süregelen zengin bir kültürümüz ve kadim bir medeniyetimiz var. Bizim medeniyetimiz dünyaya nam salmıştır. Ayrıca toplum olarak muhafazakâr bir yapımız da var. Muhafız kelime olarak "birini ve bir şeyi koruyan, kollayan ve gözeten kimse" anlamına geliyor. Bir kalenin veya bir şehrin önemli yerlerini koruyan, düzeni ve güvenliği sağlamakla görevli komutanlara da "muhafız" deniliyor.

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed, "Çin'de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslüman'a farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler" buyurmuştur. Biz dünyanın her yerinde insanlığa fayda sağlayabilecek gelişmeleri takip etmeliyiz, öğrenmeliyiz ve öğrendiklerimizi de öğretmeliyiz. Ancak bunu yaparken bire bir taklit ederek kültürel anlamda yabancı milletlere benzememeliyiz. Türk kültürü köklü bir geçmişe sahiptir ve geniş kitlelere yayılmış bir kültürdür. Uzun yıllar boyunca farklı inançları ve kültürleri aynı bayrak altında hoşgörüyle yaşatan bir kültür olmuştur. Misafirperverliğimiz, milli değerlerimiz, destanlarımız, bayramlarımız, düğünlerimiz, halk oyunlarımız, ata sporlarımız, mutfağımız ve geleneksel sanatlarımız kültürümüzün asli unsurlarındandır.

Kültür, bir milletin kendine has olan yaşam şekli, örf ve âdeti, dini, dili, yemeği, müziği ve sanatı gibi etkenleri içinde barındıran bir kavramdır. Bizim kültürümüz yıllarca Batı kültürünün istilasına maruz kaldı. Modernleşme adına geleneklerimizin ve göreneklerimizin heba olmasına göz yumuldu. Özellikle Cumhuriyet'in ilanından sonra bizi tarihimizden kopardılar. Geçirdiği bir trafik kazasından dolayı hafızasını kaybeden bir kazazededen farkımız kalmadı. Tarihsel şuurumuzu ve toplumsal hafızamızı kaybettik.

Osmanlı döneminde bir evin penceresinin önünde sarı çiçek olması "Bu evde hasta var. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapmayın" anlamına gelirdi. Eğer kırmızı çiçek varsa "Bu evde gelinlik çağına gelmiş bekâr kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarınıza dikkat edin ve küfür etmeyin" anlamına gelirdi. Eve gelen misafire kahve ikram edilirdi ve kahvenin yanında su gelirdi. Misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre yemek sofrası hazırlanır veya meyve ikram edilirdi. Kapıların üstünde biri kalın diğeri ince olmak üzere iki tokmak bulunurdu. Kapıya gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı da ona göre kapıyı örtünüp açar veya kapıyı eşi açardı. Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi. Cuma namazına kuyumcular da dâhil olmak üzere bütün esnaf kapıya kilit vurmadan giderlerdi. Günümüzde böyle güzel örnekler görebiliyor musunuz?

Tanzimat modernleşmesi ile başlayan, son yıllarda hızını iyice arttıran ama İslami anlayışla bağdaşması mümkün olmayan bir "ideal insan" profili inşa ediliyor. "İdeal anne", "ideal baba", "ideal evlat", "ideal öğretmen", "ideal doktor", "ideal sanatçı" gibi ifadeler size de tuhaf gelmiyor mu? Batı'yı taklit edince "ideal insan" mı olacağız? Kendi kültürümüzü hiçe sayarak Batı'yı taklit etmek mecburiyetinde değiliz. Birçok yazımda Batı toplumunun bağnazlığını eleştirdim. Batı toplumu cahil değil ama bağnaz bir toplumdur. Bilime, eğitime ve sanata çok önem verirler. Dünyaya kendi kültürlerini empoze etmeye çalışırken, diğer taraftan da bütün ülkelerin kültürel değerlerini yok etmeye çalışacak kadar bağnaz bir zihniyetleri vardır.

İsterseniz ilk önce yaşadığımız evleri düşünelim. Salon, antre, koridor, tuvalet ve balkon kelimeleri İngilizce ve Fransızca kökenlidir. Fransız balkon veya İtalyan mutfak gibi detaylar bile yaşam kültürümüzün ne kadar tahrip edildiğini gözler önüne seriyor. Alışveriş kültürümüz çok değişti. Lüks meraklısı ve marka sevdalısı olduk. Kaliteye ve yerli üretime değer vermiyoruz. Eğlence kültürümüz korkunç boyutlara ulaştı. Sosyal medyadaki paylaşımlarda bunu görüyoruz. Sürekli eğlenmek isteyen ve eğlenceye doymayan hedefsiz bir gençlik yetişiyor. Komşuluk kültürümüzün yerinde yeller esiyor. Bir taziye evinin alt katında müziğin sesini sonuna kadar açarak çılgınlar gibi eğlenmek komşuluk kültürümüze yakışıyor mu? Adeta insanlığımız sömürülüyor. Annelik, babalık, evlatlık, akrabalık, komşuluk, arkadaşlık gibi bizi birbirimize bağlayan insani değerlerimiz yok edilmeye çalışılıyor. Biz edep ve adabı, terbiye ve nezaketi ne zaman unuttuk veya ne zaman hatırlayacağız?

Kültürün en önemli özelliklerinden biri koruyuculuk yani muhafazakârlıktır, diğeri ise gelişme ve yenilemedir. Dünyadaki diğer kültürlere karşı değilim. "Tamamen eskiye dönelim" demiyorum. Elbette ki farklı milletler ile aramızda kültürel etkileşimler olabilir. Fakat bunu yaparken kendi kültürümüzü muhafaza etmemiz gerekiyor. Eskiyi unutmayalım ve geçmişten gelen geleneklerimizin üstüne güzel şeyler ilave ederek kültürümüzü geliştirelim ve yenileyelim. Bilimde, sanatta ve edebiyatta daha aktif olmamız gerektiğini unutmayalım. Eğer kültürel değerlerimizi sanatımıza ve edebiyatımıza yansıtamazsak başarılı olamayız.

Kültürümüzü, geleneklerimizi, şehirlerimizi, müzelerimizi, kütüphanelerimizi, tarihi eserlerimizi ve ülkemizin bütün kültürel birikimini muhafaza edebilmek için "bizim ülkemizde de kültür muhafızları olsa güzel olmaz mı?" diye düşünüyorum. Mesela şehirlerde, mahallelerde, sokaklarda, okullarda, kültür merkezlerinde, kütüphanelerde ve buna benzer halka açık kurumlarda gönüllülük esasına göre bir sorumluluk üstlenen "kültür muhafızları" ülkemizin kültürel hayatına çok büyük katkılar sağlayabilir ve bir farkındalık oluşturabilir.

Kültür muhafızlarına devlet tarafından "fahri trafik müfettişi kimlik belgesi" gibi bir kimlik belgesi verilebilir. Eğer "huzur hakkı" veya "ek gelir" gibi bir ücret verilirse bunun istismar edileceğini düşünüyorum. Peki, kültür muhafızları ne işe yarar, ülkemize ne faydası olur? Mesela yaşadıkları şehirlerde yapılan kültürel etkinliklere, fuarlara, sergilere, sinemalara ve festivallere cüzi bir indirimle gidebilirler. Vatandaşların bu etkinliklere katılması için organizasyon da yapabilirler. Kültürel amaçlı seyahatler yaparak şehirlerimizin kültürel ve sanatsal ihtiyaçlarını yerinde gözlemleyerek bu konudaki düşüncelerini ilgili kurumlarla paylaşabilirler. Yabancı isimli tabelalardan tutun da, kültürümüze aykırı gelen durumlarda bile duyarlı ve kararlı bir duruş sergileyebilirler. Devlet ile halk arasında veya sanatçılar ile devlet arasında "koordinatör" gibi görev yapabilirler. Bu sayede sanata ve edebiyata dair yeteneği olan gençlere de kılavuz olabilirler.

"Kültür muhafızları" diye tabir ettiğim insanların tamamen gönüllülük esasına göre hareket etmeleri gerekiyor. Kesinlikle istismara açık olmamalıdır. Çünkü böyle bir anlayışın ülkesini ve milletini seven her yaştan ve her konumdan insana hitap etmesinden yanayım. Mesela yaşadığı şehri çok seven bir kişinin "kültür muhafızı" olmasını isteyebilir ve o kişiyi yaşadığı şehirdeki herhangi bir müzeyi koruması için görevlendirebilirsiniz. İnanın ki, bir kültür muhafızı o müzeye gözü gibi bakar, evladı gibi korur. Bunu istediğiniz gibi çeşitlendirebilirsiniz. Kütüphaneler, kültür merkezleri, milli parklar, tabiat parkları, millet bahçeleri gibi toplumun nefes aldığı ve huzur bulduğu mekânları, "kültür muhafızları" diyebileceğimiz gönüllü insanların canla başla koruyacağını ve güzel bir örnek teşkil edeceğini düşünüyorum. İnşallah fikirlerim yanlış anlaşılmaz.

2017 yılında "'Kültür ve Sanat Kurulu' neden yok?" başlıklı bir köşe yazısı yazmıştım. 2018 yılında da "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" içerisinde "Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu" kuruldu. Çok sevindim. Müsaadenizle 2 yıl önce yazdığım yazıdan küçük bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum; "Hâlbuki kültür ve sanata dair de bir üst kurulumuz olsa güzel olmaz mı? Kültür Bakanı'nın daimi üyesi olduğu, İl Kültür Müdürleri'nin, belediyelerdeki kültür müdürlerinin ve üniversitelerdeki güzel sanatlar fakültesi dekanlarının dönüşümlü olarak üyesi olduğu bir kurul ülkemizin kültüre ve sanata bakış açısını değiştirebilir. Türkiye'nin dört bir yanındaki şairlerin, yazarların, tiyatrocuların, ressamların, müzisyenlerin, öğretmenlerin, tarihçilerin ve sanatçıların da dönüşümlü olarak görev yaptığı bir istişare heyeti gelenek ve göreneklerimizin yeniden canlanmasına vesile olabilir".

Gördüğünüz üzere Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in bir hadis-i şerifinden feyz alarak ve Çin'de yıllar önce kelime oyunu yapmanın yasaklanmasından yola çıkarak, yok edilmeye çalışılan kültürümüzün muhafaza edilmesi ve gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılması için aklımdan geçen fikirlerimi sizlerle paylaştım. Esaret mi, cesaret mi? Feraset mi, veraset mi? Cesaretimiz yoksa esarete boyun eğmek durumunda kalırız. Verasete önem vermezsek feraset sahibi olamayız. Kısacası kültürümüze sahip çıkmalıyız. Şu anda ülkemizde "kültür muhafızları" diye bir oluşum yok. Şayet bir gün olursa kültür muhafızı olmak ister misiniz?


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.