KATRANI KAYNATSAN...



Mektup Edebiyat Dergisi / 28.10.2023

Filmlere, romanlara, belgesellere konu olacak kadar enteresan bir ülkede yaşıyoruz. Şahit olduğumuz saçmalıklara gerçekten iyi tahammül ediyoruz. Bünyemizin bu kadar sağlam olduğunu bilmiyordum. Hâlbuki bir zamanlar doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı, ak ile karayı ayırt edebilen bir Anadolu irfanı vardı. Şimdi bütün renkler, bütün boyalar, bütün gelenekler, bütün tipler birbirine karışmış. Mozaik olmaya çalışırken eksantrik, sıradışı olmaya çalışırken kullanım dışı olduğumuzu acaba ne zaman anlayacağız?

İnsanlar çağın hızına ayak uydurmaya çalışırken insanlıktan çıktığının farkına varamıyor. Modern olmak için insanlığımızdan taviz vermek zorunda değiliz. İnsanca yaşayabilmek için insanlıktan çıkmaya mı mecburuz, yoksa keyfimizden ödün vermemek için insanlığımızdan taviz vermeye mi mecburuz? Çocukken de aklıma takılan bu tarz konuları büyüklerime sorduğumda "katranı kaynatsan olur mu şeker" diye başlayan atasözünü duyardım. Biz de büyüdük, belli bir yaşa geldik. Yıllar geçse de, yollar değişse de roller değişmiyormuş.

Devir imaj ve ambalaj devri olduğu için görsellik insanların daha çok hoşuna gidiyor. İçi boş sloganlar bile kulağa hoş geliyor. Bu yüzden insanlar hakikatleri anlamakta güçlük çekiyor. Bana soracak olursanız fıtratı bozulan her şeyden zarar gelir. İnsan, su, toprak, hava... Fıtratlar bozulmuşsa demek ki hiçbir şey göründüğü gibi olamayabilir. Bakıyorsunuz; öğretmen öğretmene, avukat avukata, bürokrat bürokrata, vatansever vatansevere, dindar dindara, erkek erkeğe, kadın kadına, domates domatese benzemiyor.

Uyuşturucu ile mücadele etmek için kurulan derneğin kurucusu eroinle yakalanıyor. Silahlanmaya karşı mücadele etmek için kurulan derneğin kurucusu ruhsatsız silah taşıyor. Alkol bağımlılığı ile mücadele etmek için kurulan derneğin kurucusu alkolik çıkıyor. Hayvanları koruma derneğinin kurucusu horoz dövüşünde yakalanıyor. Hayır hasenat amacıyla kurulan vakıflar kendi ülkesindeki ihtiyaç sahiplerine değil, dünyanın öbür ucundaki ihtiyaç sahiplerine reklam amaçlı yardım ediyor. Terör örgütüyle mücadele ettiğini sandığımız kişiler ne hikmetse terör örgütünün "eski bir üyesi" çıkıyor.

Birbirinden ilginç insan siluetleri sizin de dikkatinizi çekmiştir. Sayıları gittikçe artıyor ve yanıbaşımızdan vızır vızır geçiyorlar. Bu tipler etliye sütlüye karışmaz, yanlışı görse bile eleştiremez. Kendisine dokunmayacağını sandığı yılanın bir gün yedi sülalesine dokunacağını, bal tuttuğu parmağının bile ahirette aleyhinde şahitlik edeceğini idrak edemez. Faize iman eder, enflasyona meydan okur, hayat pahalılığından ahkâm keser. Hak etmediği makama Allah'ın izniyle değil, oy oranıyla geldiğini zanneder. İyi olmak için çabalamaz, kötünün iyisi olmayı yeterli görür. Bundan dolayı kendisini sevenlere değil, kendisine sövenlere yaranmaya çalışır.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Sakarya Türküsü" şiirindeki gibi, "Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler, Sakarya, kandillere katran döktü geceler"... İsterseniz daha farklı açılardan da anlatabilirim. Son model arabaya binmek ve son model telefona sahip olmak için her yola başvururlar, sokakta ağızlarına mikrofon uzatıldığında "açız be açız, işte görüyorsunuz memleketin halini" derler. Evlatlarını bizim ülkemizin geleneklerine göre değil de, Batılı ülkelerin geleneklerine göre yetiştirirler, sonra "yahu bu çocuklar büyüklerine niye saygı duymuyor?" derler. Birden fazla maaş alırlar, bir maaşla geçinmeye çalışanların halinden anlamazlar, sonra da utanmadan "şu fakirleri de bir türlü anlayamıyorum" derler.

Kendini "ünlü" zanneden ülkesini beğenmez. Kendini "yapımcı" veya "yönetmen" zanneden yurtdışında daha önce çekilen filmleri yeniden uyarlayarak çeker. Bunu da marifet zannedip çektiği uyarlama filmleri yurtdışına ihraç etmekle övünür. "Yayıncı" fuarlarla, "siyasetçi" makamlarla ve rakamlarla avunur. "Mal sahibi" kendini tövbe haşa, Allah zanneder, evinin kira fiyatına yüzde 300 zam yapar ama 11 ilin depremde nasıl yıkıldığını bir türlü anlayamaz. Tokluk sınırı belirlenmemiş insanlar açlık sınırını belirlemeye çalışır. İli yönetemeyen ülkeyi yönetmenin, ülkeyi yönetemeyen dünyayı yönetmenin hayaliyle yaşar.

Kökü dışarıda olan sosyal medya platformunda takipçi sayısı arttıkça Allah katında da yükseldiğini zanneder. Millete laf yetiştirmekten kendini yetiştiremez. İç güzelliğine yatırım yapacağına dış güzelliğine yatırım yapıp kozmetik ve estetik sektörünün yücelmesine vesile olur. Bunları yüzlerine karşı söylediğiniz an yüzleri ekşir, keyifleri kaçar ve homurdanmaya başlarlar. Daha hangi birini anlatayım? Deminden beri anlatmaya çalıştığım konular düzelir mi, düzelmez mi, orasını bilemem ama çocukken büyüklerimden duyduğum atasözünü şimdi daha iyi anlıyorum. "Katranı kaynatsan olur mu şeker" diyorum, gerisini size bırakıyorum.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.