KALITSAL NANKÖRLÜK



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.06.2023

- O günleri nasıl unutabilirim? Asıl bana yaptığınız yardımları nasıl unutabilirim? Zavallı bir Şeref vardı. Açlık sefalet içinde okumaya çalışan bir Şeref... Mahmut Hocasının verdiği paltoyla sokak lambasının altında titreyerek ders çalışan Şeref... Unutmadım Hocam, ne verdiğiniz paltoyu, ne de o zor günleri unutmadım. Bugün sahip olduğum her şeyin o günlerden miras kaldığını biliyorum.

Yukarıdaki satırlar 1978 yılında çekilen "Hababam Sınıfı Tatilde" filmindeki bir sahneden alıntıdır. Mahmut Hoca'nın (Münir Özkul) eski öğrencisi 317 Şeref (Ali Yalaz) öğrencilik günlerini Mahmut Hoca'ya böyle anlatıyordu. "317 Şeref" daha sonra yaptığı hatayı anlayınca -rol icabı da olsa- Mahmut Hoca'dan özür dileyip hatasını telafi etmişti. Bu tarz sözleri bir filmde değil de, gerçek hayatta duymaktan iğrenir hale geldik. Çünkü geçmişini bir çırpıda unutanların hiç ölmeyecekmiş gibi pervasızca hareketler sergilemesi topluma da kötü örnek oluyor.

Atalarımız "kağnı devrilince yol gösteren çok olur" dermiş. Ehillerin yerine cahillerin, âkillerin yerine gafillerin baştacı edildiğini dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım. Bazı ihmalkârlıkların bedeli çok ağır olur. İnsan yetiştirmenin önemini, özgün eserler üretmemiz gerektiğini ve her ne olursa olsun kadim medeniyetimize, kültürümüze, sanatımıza, şiirimize, edebiyatımıza sahip çıkmamız gerektiğini defalarca anlattık ama kime anlattık? İsterseniz siz bu aymazlığa işlevsel körlük de diyebilirsiniz, kalıtsal nankörlük de diyebilirsiniz.

Bizi bilenler bilir. Yıllardır eğitimin, sanatın, edebiyatın ve medyanın önemini anlatmaya çalışıyorum. Son yıllarda inançlı insanlar öyle bir rehavete kapıldılar ki, eğitimden, sanattan, edebiyattan ve medyadan fersah fersah uzaklaştılar. Bunlar yetmezmiş gibi bir de kendi içlerinde bitmek tükenmek bilmeyen menfaat çatışmaları yaşanıyor. Sellerden, depremlerden, yangınlardan ve salgın hastalıklardan hiç ders almıyorlar. İçler acısı hallerini gördükçe gerçekten endişeleniyorum. Fikirlerimiz iktidarda olsaydı sizce bunlar yaşanır mıydı?

Açık konuşayım; inançlı insanlar kültüre, sanata, şiire, edebiyata ve medyaya hak ettiği değeri vermedi. Taşla, toprakla, asfaltla, demirle ve betonla fazla övündüler. Taşa toprağa şekil vermek kolaydır. Önemli olan insana şekil verebilmektir. Bunun da yolu eğitimden ve sanattan geçiyor. Necip Fazıl Kısakürek'in, Sezai Karakoç'un, Cemil Meriç'in, Cahit Zarifoğlu'nun ve daha adını buraya sığdıramadığım nice kıymetli mütefekkirlerin eserleri ve fikirleri umurlarında değil. Bu isimleri sırf "laf olsun, torba dolsun" diye sadece kürsülerde zikrediyorlar.

Medyayı gündemcilik, edebiyatı fuarcılık, sanatı taklitçilik, eğitimi ezbercilik sanıyorlar. Hâlbuki siyasette olağanüstü imkânlara kavuşmadan önce eğitime, sanata ve edebiyata dair güzel idealleri vardı. Nihayet Allah nasip etti ve inançlı insanlara bir imkân verdi. Her ne hikmetse siyaset sahnesinde yükseldikçe geçmişlerini unuttular. Şimdi olur olmadık adamların beceriksizliklerine maruz kalıyoruz. İşin kötü yanı, hak etmedikleri nimetlerden dibine kadar istifade etmekten başka bir şey düşünemedikleri için istifa etmeyi bile beceremiyorlar.

Bakmayın sabahtan akşama kadar Sezen Aksu'yu, Aleyna Tilki'yi, Gülşen'i, Tarkan'ı, Hülya Avşar'ı, Murat Boz'u falan eleştirdiklerine... Biraz önce ismini yazdığım ünlülerden herhangi birinin kendisi değil, hizmetçisi bunları telefonla arasa derhal hazır ola geçerler, önlerini iliklerler, heyecandan 3 gün uyuyamazlar ve her yerde ballandırarak anlatırlar. Ülkesini ve milletini seven asil ve emektâr sanatçılara ise asla sahip çıkmazlar, değer vermezler. Anlama zahmetine bile katlanmazlar. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir "eziklik" göremezsiniz. Geçen hafta Cannes Film Festivali'ndeki ödül töreninde en iyi kadın oyuncu(!) ödülünü alan Türk oyuncu -ismi lazım değil- eline tutuşturulan kâğıttan okuduğu metinde doğup büyüdüğü ülke olan Türkiye'yi kötüleyen sözler söyledi. Bunu da unutmayalım. Çünkü kendisi yakın zamanda TRT'de yayınlanan bir dizide rol almıştı ve o dizi sayesinde meşhur(!) edilmişti.

Yamuk insanlarla yapılan işlerden düzgün bir sonuç çıkmaz. Yanlış insanlarla doğru yolda ilerleyemezsiniz. "Neşeli Günler" filmindeki "Ziya" gibi ne kadar işe yaramaz tip varsa devlet kurumlarında önemli makamlarda koltuk işgal ediyorlar. Görevlerini yapmıyorlar ama maaşlarını tıkır tıkır alıyorlar. Sadece devlet kurumlarında değil, maalesef her yerdeler. Aramızdan vızır vızır geçiyorlar, siz de mutlaka görmüşsünüzdür. Yayınevleri ticarethaneye, medya kuruluşları reytinghaneye dönmüş. Devlet kurumları çoluğun çocuğun oyuncağı olmuş.

Özellikle belli bir dönemden sonra iplerin iyice koptuğuna, şuursuzluğun günden güne arttığına yakından şahit oldum. Kimin eli kimin cebinde, belli değil. Herkes kafasına göre takılıyor. İnançlı insanların arasında birlik ve beraberlik yok, fikir birliği bile yok. Güya inançlı kardeşlerimiz suret-i haktan görünüp bir makama geldikleri zaman inanılmaz bir şekilde sapıtıyorlar. Ahireti unutup dünyevi hayallere kapılıyorlar. Bir de utanmadan "317 Şeref" gibi konuşuyorlar. "Biz Hazreti Muhammed'in ümmetiyiz" diyorlar ama Ebu Cehil gibi yaşıyorlar.

Her şeyin bir kırılma anı vardır. Bir an gelir, hiç ummadığınız insanlar isyan ederek "yeter artık ulan" diyebilir. Bizim ülkemizin onursuz, haysiyetsiz, nereden geldiği belli olmayan, geçmişini unutan, ne idüğü belirsiz tiplere ihtiyacı yok. Tam aksine vatanını ve milletini seven, dürüst, aklı başında, cesur ve davasına ihanet etmeyen insanlara ihtiyacı var. Görevini yapmaktan aciz tiplere istediğiniz kadar fırsat verin, yine huyundan vazgeçmez. Nankörlere istediğiniz kadar güvenip imkân verin, ilk fırsatta yine nankörlük yaparlar. Benden söylemesi...


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.