İNSAN YETİŞTİRMELİYİZ İNSAN!



Mektup Edebiyat Dergisi / 29.06.2017

İnsan; doğar, büyür, gelişir ve ölür. Her toplumun kendine has inançları ve gelenekleri vardır. Bizim ülkemiz de kadim medeniyetimizin bugünlere getirdiği güzel bir ülkedir. Anadolu'da doğup büyüyen her çocuk, ailesinden ve çevresinden öğrendikleri ile hayatına yön vermeye çalışır. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimleri ile de bilgisini ve genel kültürünü pekiştirir. Buna kısaca kültür diyebiliriz.

Peki sanat? Sanat, kulun cüzi iradesiyle yoğun emek sarfederek ortaya çıkardığı özel ve özgün çalışmalardır. İnsanlar hayallerini farklı şekillerde ve farklı boyutlarda karşısındaki insanlara yansıtabilir. Bence kapsamı çok büyüktür. Mesela şiir, güzel ve anlamlı kelimelerle okuyucuların ruhuna dokunabilmek ve onları mânâ iklimine yönlendirebilmektir. Hikâye ve romanlar, insanların hayal gücünü ve hafızasını geliştiren uzun yazılardır. Tiyatro, insanların yüzüne ayna tutabilmektir. Sinema, beyazperdedir. Hayalinizde ne varsa oraya yansıtabilirsiniz. Bunların hepsi başlı başına emektir. Bu emeğin içine kibir, haset ve riya karışırsa, işte o zaman sanatçının itibarı zedelenir.

El sanatları, sahne sanatları ve görsel sanatlar diye nitelendirilen daha birçok sanat dalları mevcuttur. İnsanların sanata yatkınlığının doğuştan gelen bir meziyet olduğuna inanmışımdır. Sanat, insanlara zorla öğretilebilecek bir olgu değildir. Eğer insanın sanata dair bir eğilimi varsa, muhakkak bir çıkış noktası bulur ve insan sanatıyla kendisini aşar, zoru başarır.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Sanat, Allah'ı aramaktır" sözü sanatçının yol rehberi olmalıdır. Neticede insanoğluna lütfedilen meziyetlerin tek sahibi Yüce Allah'tır. Sanatın zirvesinde olsak bile bunun bize Allah'ın bahşettiği bir nimet olduğunu ve sanatın aslında bir tebliğ vasıtası olduğunu asla unutmamalıyız.

İşte tam da bu noktada insan yetiştirmenin önemine dair hassas bir konuya değinmemiz gerekiyor. 2012 yılından itibaren 4+4+4 eğitim sistemine geçildi. İlk 4 yıl ilköğretim, sonraki 4 yıl ortaöğretim ve son 4 yıl lise eğitimi olacak şekilde gençlerimiz eğitim görüyor. Mesela, çocuklarımızın eğitim aldığı ilk dört yılda bütün kabiliyetlerini uzman öğretmenler sayesinde öğrenebiliriz. Lafa gelince "bir insan yedisinde neyse yetmişinde de aynıdır" demeyi biliyoruz. Fakat çocuklarımıza ilkokulda sadece okuma-yazma ve matematiksel dört işlem öğretildiğinden bihaberiz.

Haberlerde sıkça "atanamayan öğretmenler" konusundan bahsedilir. Madem bu kadar atanamamış öğretmenlerimiz var. Biz bu öğretmenleri neden "uzman öğretmen" olmaları için yetiştirmiyoruz? Atanamayan öğretmenlerimizi 30 yaşına kadar Türkiye'nin birçok şehrinde eğitim ve öğretim sistemini araştıran ve bunu rapor haline getiren müfettişler olarak görevlendirebiliriz. Öğretmenler 30 yaşına geldiğinde sınıf öğretmenleri gibi ilkokula giden öğrencilere eğitim verebilirler. Hatta öğretmenlerimiz 6 yaşından 10 yaşına kadar sorumlusu olduğu bütün öğrencilerin mesleki eğilimlerini ve kabiliyetlerini de geliştirebilirler.

1 Ocak 2017 tarihinden itibaren Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan "Uzman Eğitmen Projesi" var. Ancak bu proje özel sektör bazında kişisel gelişim eğitimi vermek için uygulanıyor. Çeşitli kurslarda eğitimlere katılarak sertifika sahibi olan insanlar "uzman eğitmen" olarak tüm kamu kuruluşlarına ve özel sektör firmalarına kişisel gelişim eğitimleri veriyor. Bunların içinde sadece "öğrenci koçluğu" yer alıyor. Bu uygulama kesinlikle ilköğretim çağındaki çocuklar için yapılacak kapsamlı bir uygulama değil.

Uzman öğretmenlik uygulaması da yeni bir konu değildir. Bugüne kadar 4 bakan ve 5 hükümet eskitmiş bir uygulamadır. En son 2006 yılında kariyer basamakları sınavı yapıldı. Bu sınavda başarılı olan 10 yıllık öğretmenlere uzman öğretmenlik, 20 yıllık öğretmenlere başöğretmenlik unvanı verilecekti. Daha sonra bu uygulama rafa kaldırıldı. Üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen bu konuda halen somut bir adım atılmadı. Yıllardır konuşulan bu uygulamanın hızlı bir şekilde sonuçlanması geleceğimize yönelik önemli bir adım olacaktır. Dünyaya entegre olmuş bir toplum olduğumuz için çocuklarımızın da eğitimine yönelik bu ve buna benzer uygulamalar hızlı bir şekilde sonuçlandırılmalıdır.

Çocuklarımıza gelecek olursak... Şimdiki çocuklar bilgiye ulaşma konusunda gerçekten çok şanslılar. Teknolojik altyapı bilgiye en hızlı şekilde ulaşım imkânı sağlıyor. Ancak gençlerimizin maalesef öğrenme eğilimine de zarar veriyor. Çocuklar eğlenmeye daha yatkın oldukları için oyun ve internet alışkanlıklarından kolayca vazgeçemiyorlar.

Aslında bütün çocuklar eğitimden ziyade eğlenceye daha çok meyillidir. Öğretmenlerin çocuklara eğitim aşılamak için dersleri sevecekleri şekilde öğretebilmeleri gerekiyor. Bununla birlikte çocuklar için çeşitli etkinlikler düzenlenebilir. Ancak bütün bunların uzman öğretmenler gözetiminde yapılması icap eder. Uzman öğretmenler edindikleri bilgileri bir rapor halinde hazırlayıp gerekli kurumlara bildirmelidir. İlkokul eğitimini tamamlayan çocukların aileleriyle yılsonunda toplantılar düzenlenmeli ve ailelerine çocuklarının hangi konuda yetenekli oldukları, hangi mesleğe daha yatkın oldukları söylenmelidir. Bu duruma göre aileler çocuklarını meslek okullarına veya diğer ortaöğretim kurumlarına kayıt ettirmelidir.

Şunu unutmayalım, 2. Dünya Savaşı'nda Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının hala izleri durmaktadır. Japonlar çocuklarını küçük yaşlarından itibaren atom bombasının atıldığı yerlere götürmektedir ve o çocuklara "Bakın, eğer siz birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi yakar, yıkar, bu hale getirirler. Ama birlik beraberlik içinde çalışırsanız, güçlü olursunuz, düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler. Artık birlik beraberlik içinde çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin" derler.

Bizim ülkemizde de çocuklarımıza “Milli eğitim şuuru”nun uzman öğretmenler tarafından aşılanması gerekiyor. Genç dimağlara ilköğretim çağında iken milli ve manevi duyguları öğretmeliyiz. Çocuklarımıza adaleti, vicdanı, özgürlüğü, emeği, saygıyı, sevgiyi, vatan sevgisini, millet sevgisini, hoşgörüyü, tevazuyu, yardımlaşmayı, paylaşmayı, hayvan sevgisini ve doğa sevgisini küçük yaşlarında öğretmeliyiz. "Ağaç yaş iken eğilir" misali. Milli ve manevi şuurla yetiştirilen çocuklarımız ilerleyen yıllarda her alanda başarılı, azimli ve kararlı bir birey olurlar. Her insanın Allah vergisi bir kabiliyeti vardır. Gerek aldığı aile terbiyesi, gerekse Allah'ın kuluna takdir ettiği kaderi, insanların hayatına yön verir. Yani, bir insanın sanata, spora, edebiyata, öğretmenliğe, doktorluğa, mühendisliğe, bilim adamlığına, ağır sanayiye, âlimliğe veya başka bir mesleğe olan eğilimi çocukken farkedilebilir. Çocukken öğretmenleri tarafından kabiliyeti keşfedilen çocuklar ileride meslek seçme ve tercih yapma konusunda daha kararlı ve bilgi sahibi olurlar.

Dediğimiz gibi, insan yetiştirmenin en önemli aşaması ailede başlar, ilkokulda devam eder. Çocuklarımız bizim geleceğimizdir. İlkokul düzeyinde eğitim gören çocuklarımıza yönelik "uzman öğretmenlik" uygulaması geleceğimiz için çığır açan bir uygulama olabilir. Eğitim sendikalarının da her fırsatta dile getirdiği uzman öğretmenlik uygulamasının gelecekteki kültür, sanat ve edebiyat çalışmalarına da büyük faydaları olacağına inandığım için bu yazıyı yazdım...


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.