GEREK YOK ABİCİM!



Mektup Edebiyat Dergisi / 05.02.2023

Biz hep "Allah düşmanımın başına vermesin" diye dua ederdik. Dostlarımızın ayağına değil, yüzüne bakardık ve yüzlerine karşı onları asla övmezdik. Herhangi bir yerde isimlerini duyduğumuz zaman gururlanır ve onlardan hak ettikleri saygıyla bahsederdik. Son yıllarda dostumuz zannettiğimiz insanlar öyle bir rehavete kapıldılar ki, sormayın gitsin. Daha düne kadar "dava" denildiğinde göğsü kabaran, "iman" denildiğinde Allah korkusundan titreyen adamların çoğu yoldan çıktı. Bu rehavet maalesef çocuklara ve gençlere de sirayet etti.

Düşmanın yapamadığını bizzat kendi elleriyle yaptılar. Ölümü ve ötesini düşünecekleri yerde hayattan haz ve keyif almanın peşine düşünce topluma da kötü örnek oldular. Öyle bir hale geldiler ki, ayetleri, hadisleri, dostane uyarıları bile ciddiye almıyorlar ama küfür ve hakaret işitmekten acayip zevk alıyorlar. Bir keresinde içlerinden birine "milletin size küfretmesinden zevk mi alıyorsunuz?" diye sormuştum. "Biz küfür işitmezsek yerimizi koruyamayız, bize bol bol küfür edilecek ki, tepedekiler bizi sahiplensin" demişti.

Peki, bunları örnek alan insanların ne hale geldiğini farkettiniz mi? Herkes kral, herkes mükemmel... Kimse burnundan kıl aldırmıyor, havalar 1500... Herkes markalı giyinmek, son model arabalar almak, lüks evlerde yaşamak ve zengin olmak istiyor. Kimse kanaatkâr değil. Ayağını yorganına göre uzatan insanlarla dalga geçiyorlar. Geçmişini unutan insanlar lüks bir yaşama kavuşunca sınıf atladığını ve Allah katında yükseldiğini zannediyor. Çünkü herkesin kimliği tüketimle özdeşleştirildi. İnsanlar hazıra ve lükse alıştırıldı.

İsterseniz gençlerin ruh halini de anlatayım. Liseden mezun olunca direkt özel üniversiteye giderek istedikleri bölümü okuyorlar. Diplomayı alır almaz siyasi partilerin teşkilat binalarına koşarak devlet kurumlarında torpille danışman olmaya çalışıyorlar. Her şeyin hızlı bir şekilde şipşak olmasını istiyorlar. Minimum emekle maksimum hizmet beklemek ilginç bir saplantıdır. İşte bu yüzden bugün gençlere emeğin, tecrübenin, edebin, duanın, vefanın ve dürüstlüğün önemini anlatamıyorsunuz. Dürüstlük adına verebileceğimiz örnekler de azaldı.

Hal böyle olunca ortaya çok değişik tipolojiler çıktı. Yeni mezun olan veteriner ahıra girmek istemiyor, ziraat mühendisi tarlaya gitmek istemiyor, inşaat mühendisi şantiyede çalışmak istemiyor. Yanlış insanları örnek aldıkları için "beyaz yakalı" olmak istiyorlar. Bir de bunların devlet kurumlarında önemli(!) makamlara gelmiş versiyonları var ki, evlat olsalar sevilmezler. Kendilerini film kahramanı, roman kahramanı falan zannediyorlar. Sosyal medya sayfalarında fotomodel gibi pozlar veriyorlar. Her yeri fotoğraf stüdyosu gibi görüyorlar.

Biz de burada yıllardır eğitimin, kültürün, sanatın ve edebiyatın önemini anlatmaya çalışıyoruz. Bu yazdıklarım bir filmden veya romandan alıntı değildir. Hayatın acı gerçeklerini yazıyorum. İşadamları 1'e 100 kazanmanın, eğitimciler günü kurtarmanın, siyasetçiler daha fazla oy toplamanın, ünlüler daha fazla ünlü olmanın hesabını yapmıyor mu? Gazetecilik bile ayağa düşmüş, herkes "ayaklı gazete" olmuş. Eline mikrofon alan herkes sokak röportajları yapıyor. Ana haber bültenlerindeki haberlerin yarısı ihbar hatlarından gelen videolarla hazırlanıyor.

Her yere okullar ve üniversiteler açılmasına rağmen işini seven, ülkesini seven ve idealist düşünen meslek sahibi insanlar yetiştirilemiyor. Sanayiciler bile meslek yüksek okulu mezunu kalifiye elemanlar bulamıyor. Yazılı ve görsel medyanın büyük bir bölümüne hâkim olduğunu zannedenler sosyal medyanın gazetelere ve televizyonlara nal toplattığını anlayamıyor. Ülkemizin yarınları için yapılan milli otomobil, milli savunma sistemleri, milli madenler ve milli yatırımlar bile halka doğru düzgün anlatılmıyor.

Hayati konularda kangren haline gelmiş sorunları ilgili kişi ve kurumlara ilettiğiniz zaman havaya bakarak ıslık çalıyorlar. Hiç utanmıyorlar, hiç yüksünmüyorlar, hiç tefekkür etmiyorlar, hiç ileriyi düşünmüyorlar.

Mesela ülkemiz için önem teşkil eden bir husustaki çözüm önerinizi yetkili(!) makamlarla paylaştığınızda size hiç utanmadan "GEREK YOK ABİCİM" diyorlar.

Mesela tarihi bir şahsiyetin hayatını anlatan veya bir başarı hikâyesi anlatan belgesel çekmek istediniz diyelim. Tamamen kendi imkânlarınızla belgesel çekmek isteseniz bile size kibarca "GEREK YOK ABİCİM" diyorlar.

Mesela "devasa yatırımları çizgi filmlerle, televizyon dizileriyle, sinema filmleriyle, hatta bilgisayar oyunlarıyla yediden yetmişe herkese anlatmanız gerekiyor" deseniz size yine "GEREK YOK ABİCİM" diyorlar.

Mesela piyasada fırsatçıların uyguladığı fahiş fiyatlara verilen cezaların caydırıcı değil, güldürücü olduğunu ve devletin sahada sürekli denetim yapması gerektiğini söyleseniz de size yine "GEREK YOK ABİCİM" diyorlar.

Daha fantastik bir örnek verebilirim. Diyelim ki, ülkemizde "Bilim Bakanlığı" kuruldu ve başına da Prof. Aziz Sancar Bey atandı. Aziz Sancar Bey'in yanına birkaç tane bilinçsiz ve sorumsuz danışman atarlar. Aziz Sancar Bey, "Bilim Bakanı" olduğuna değil, doğduğuna pişman olur. Umarım anlamışsınızdır. Sizce böyle bir yazı yazmama gerek var mıydı? Eğer buraya kadar yazımı okuduysanız ve anladıysanız çok teşekkür ederim.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.