GELENEKLERİMİZ, GELECEĞİMİZİN TEMİNATIDIR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.02.2019

Tabu, Batı menşeli bir kavramdır. Kutsal sayılan insanlara, hayvanlara, nesnelere dokunulmasını yasaklayan, aksi yapıldığında ise zararı dokunulacağı düşünülen bir anlayışı ifade ediyor. Günümüzde "tabuları yıkalım" sözünün aslında hangi amaçla söylendiğini anlatmaya çalışacağım.

Bir de totem var. Gerçekleşmesi istenen bir durumun olması için bazı hareketlerin yapılmasına totem deniliyor. Totem bence hurafeyi özendiren davranışlardır. Mesela sınavlara girdiğinizde boynunuza kolye takınca başarılı oluyorsunuz ve bütün sınavlara boynunuzdaki o kolye ile giriyorsunuz. Güya o kolye sizin toteminiz oluyor. Bu hurafeden başka bir şey değildir. İnsanların her olayda totem yapması veya totemlere inanması davranış bozukluğu belirtisidir. Batı'nın bütün dünyada oluşturmak istediği algı şudur; "Tabularınızı yıkın, hurafeye yönelin".

Her dinin ve her kültürün ahlaki ve toplumsal kuralları vardır. Bizim için makbul olmayan davranışlar Allah'ın günah ve haram kıldığı davranışlardır. Nedir bunlar? Allah'a şirk koşmak, kul hakkına riayet etmemek, yalan söylemek, cinayet işlemek, içki içmek, kumar oynamak, zina yapmak v.s.

Geçmişten günümüze kadar gelen adâb-ı muaşeret yani görgü ve nezaket kuralları da kültürümüzün bir parçasıdır. Mesela kalabalık yerlerde yüksek sesle konuşulmaz, sakız çiğnenmez. Yerlere tükürülmez ve çevre kirletilmez. Kusur açık açık yüze söylenmez. Başkasının kusuruyla alay edilmez. Kültürümüzün en önemli unsurlarından olan bu görgü ve nezaket kuralları dünyaya gelmemizle başlardı, ölümümüzle son bulurdu.

Osmanlı Devleti, 600 yıllık şanlı tarihinde her dinden insanı içinde barındırmış, son dönemlerine kadar adaleti ile sükûneti sağlamıştır. Osmanlı padişahları devletin bekası ve Osmanlı halkının selameti için kanunnâmeler ve yasaknâmeler tanzim ettirmiş, can ve mal güvenliği için bir dizi önlemler almıştır. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan insanların edebe ve İslam kurallarına uygun hareket etmeleri gerekirdi.

Mesela Osmanlı döneminde iken Ramazan ayında din istismarı yasaktı. Tembihnâmelerle yiyecek fiyatları kontrol edilirdi. Özellikle ekmek fırınları çok denetlenirdi. Fatih Sultan Mehmet'in bile İstanbul'u fethettikten sonra tebdil-i kıyafet ile İstanbul'daki fırıncıları denetlediği rivayet edilir. Şeker ihracatı ve tuz ithalatı yasaktı. Kâğıt oyunları, fal ve falcılık yasaktı. Kadınların akşam ezanından sonra dışarı çıkması yasaktı. Bunun yanı sıra esnaflara, memurlara, şehzadelere ve gayrimüslimlere yönelik birçok yasaklar vardı. İnsanın "böyle yasaklara can kurban" diyesi geliyor. Bugün bu yasakları değil uygulamak, söyleyenleri bile ayıplıyorlar.

Yukarıda yazdığım görgü kurallarının ve Osmanlı dönemindeki yasakların yerinde yeller esiyor desem mübalağa etmiş olmam. Çünkü Cumhuriyetin ilanından sonra tamamen Batı'ya yöneldik ve kültürel değerlerimiz tarumar edildi. Batı'nın da zaten istediği buydu. Batılı ülkeler bütün dünyaya kendi kültürlerini empoze etmek için "modern" kelimesini öne sürüyorlar. Fakat diğer medeniyetlerin kültürel değerlerine "tabu" diyorlar. Yani onlar yapınca "modern", biz yapınca "tabu" oluyor. Tabuları yıkmak veya teslim olmak... Sizce ikisi de aynı kapıya çıkmıyor mu? Unutmayalım, hedefinde sömürgecilik olan küresel güçler sembolleşen idollerini her zaman devreye sokarak kendi çirkin senaryolarına hayat verir.

Sanat ve edebiyat da toplumun bir yansımasıdır. 2008 yılında vefat eden merhum Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov "bana edebiyatını söyle, hangi millete mensup olduğunu söyleyeyim" demiş. Millet, edebiyatı olan bir topluluktur. Bizim de sanata ve edebiyata dair köklü bir geçmişimiz vardır. Ancak bugün sanatta ve edebiyatta bile Batı'nın belirlediği kurallara göre hareket ediyoruz.

Resim, müzik, roman, şiir, tiyatro, dizi, sinema... Sanatçıların sanatlarını icra ettiği alanlarda karşılaştığı tutarsızlıkları ele alalım. Sanat alanında da "tabuları yıkmak" adına yapılan çirkinlikleri anlatmak istiyorum. Bundan sonra yazacağım bazı cümleleri sadece örnek teşkil etmesi için tırnak içinde yazacağım. Çünkü benim görüşlerimi yansıtmıyor. Kesinlikle tasvip etmiyorum. Tamamen çarpık bir zihniyetin yansımasından ibarettir.

"Sanatçı olmak için öncelikle meşhur olmalısınız. Meşhur olmak için magazin programlarına konu olacak şekilde aykırı hareketler yapmalısınız. Sizi meşhur edenlere bağlı kalacaksınız. Gündemde kalmak istiyorsanız asla evlenemezsiniz. Aile kurmaya hakkınız yok. Eğer evlenirseniz 'genç kızların sevgilisi' olamazsınız"

"Ressam olmak ve yüreğinize ilham olan esintilerden yola çıkarak güzel resimler mi çizmek istiyorsunuz? Resimlerinize değer verilmesini istiyorsanız 'nü' veya 'absürt' resimler çizmelisiniz. Bunu yapmazsanız sizin çizdiğiniz resimler 'sanat otoriteleri' tarafından ciddiye alınmaz"

"Tiyatro sanatçısı olmak ve kültürel değerlerimizi sahnelerden topluma aktarmak mı istiyorsunuz? Tiyatro gösterilerinizin rağbet görmesi için yazdığınız tiyatro oyununa birkaç 'müstehcen' sahne, 'provokatif' sloganlar ve 'muhalif' söylemler eklemelisiniz"

"Müziğe dair bir yeteneğiniz var. Güfteler yazıyorsunuz, besteler yapıyorsunuz, türküler söylüyorsunuz. Fakat halk sizin yaptığınız müzikleri dinlemiyor mu? Yabancı şarkılardaki gibi pop, rock veya rap tarzında müzikler yaparsanız ve saçma sapan klipler çekerseniz sizi kimse durduramaz"

"Edebi hikâyeler veya şiirler yazdınız diyelim. Ancak yazdığınız eserleri yayınevleri kabul etmiyor. Çünkü meşhur değilsiniz. Yayınevleri meşhur olmadığınız için sizin eserlerinizi neşretmeye gerek bile duymuyor. Eserlerinizden telif ücreti istemezseniz belki o yayın tacirleri kitaplarınızı neşredebilir"

"Uzun yıllardır dizilerde ve sinemalarda oyunculuk yapıyorsunuz. Ancak hak ettiğiniz ücreti size vermiyorlar mı? Müstehcen sahnelerde rol alırsanız veya küfürlü replikler söylemeyi kabul ederseniz kazancınız ve şöhretiniz artar. Fakat daha sonra onların belirlediği filmlerde ve reklamlarda rol alacaksınız"

"Bir sinema filmi çekmek ve çektiğiniz sinema filminizin seyirciler nezdinde de sevilerek izlenmesini mi istiyorsunuz? Bunun için çekeceğiniz filmde 'ünlü' oyuncuları bir araya getirmelisiniz. Hatta film setinde o 'ünlü' oyuncuları kavga ettirmelisiniz. Bunları yaparsanız sinema filminiz gişe rekorları kırabilir"

Gördüğünüz üzere Türkiye'deki sanat ortamı maalesef bundan ibarettir. Sanatın her alanına nüfus eden "şöhret" hastalığı, "müstehcenlik" vurgusu ve "edepsiz" söylemler her yerde karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki, bunlar kabul görüyor. Bunlara tepki gösterenleri dışlıyorlar ve hor görüyorlar. Mesela bir filmdeki "müstehcen" sahne bulanıklaştırılınca veya "küfürlü" bir konuşma biplenince "sansüre hayır" diyerek ortalığı ayağa kaldırıyorlar.

Bizim değerlerimize "tabu" diyen insanlar Batı'nın "modern" dediği her şeyi yapmakla başlarının göğe ereceğini zannediyor. Aslından utananlar başkalarını taklit etmeye çok yatkındır. Sanatı "şöhret-cinsellik-küfür" üçgeninde icra edenler sanatımıza ve edebiyatımıza büyük zararlar vermektedir. Gişe rekorları kıran sinema filmlerinde, reyting rekorları kıran televizyon dizilerinde, dinlenme rekorları kıran müzik albümlerinde, müzayede rekorları kıran sanat galerilerinde ve satış rekorları kıran kitaplarda karşılaştığımız manzara budur.

Modernizm adı altında "sanat, sanat içindir" diyerek beyazperdede, sanat galerilerinde, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında her türlü edepsizliğe ve ahlaksızlığa göz yumuluyor. Ahlaksız ve tutarsız tavır sergileyenler "medeni cesaretinizden dolayı sizi kutlarız" denilerek taltif ediliyor. Sizce "tabu" kavramı taviz vermemiz için kurulan bir tuzak mıdır? Taviz verilerek yıkılan sadece tabular mıdır, yoksa kültürel değerlerimiz midir?

"Tıpta utanma yoktur" sözünü bir nebze de olsa anlayışla karşılayabiliriz. Ancak "sanatta utanma yoktur" diye söylenen bir sözü bizim milletimize kabul ettiremezsiniz. Reyting bahanesiyle dizi ve filmlere müstehcen sahneler ve küfürlü diyaloglar eklemenin mantıklı bir izahı yoktur. Sanata ve sanatçıya böyle değer verilmez.

En nihayetinde herkes kendine yakışanı yapıyor. Herkes kendi zihniyetini "sanat" diyerek topluma yansıtıyor. Kimilerine göre "mükemmel", kimilerine göre "sıradan". Bizim ahlaki ve kültürel değerlerimizle bağdaşmayan çalışmalara "sanat eseri" diyemeyiz. Bugün halkın nezdinde değeri bilinmeyen "gerçek sanat eserleri" elbet bir gün hak ettiği değeri görecektir. "Şöhret" basamaklarını hızla tırmanan ve "sanatçı" diye itibar gören insanlar ise elbet bir gün yaptıklarından pişman olacaktır. Tabii, yaptıkları yanlışın farkına varabilirlerse...


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.