FARKINDA MISINIZ?



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.02.2020

"Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı"

Yukarıdaki satırlar Rus Yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin 1868 yılında neşredilen "Budala" romanından alıntıdır.

"Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, hiçbir değer ölçüsünün kalmadığı, yozluğun ve yapaylığın egemen olduğu, ahlaksal, politik ve aklınıza gelecek her alanda yalanların ve çöküntülerin egemen olduğu bir dönemi, hastalıklı 80'leri yaşıyoruz. Bunca yalan, yozluk ve çöküntü içinde yoluma nereden başlamalıyım? İşte karşılaştığım en büyük güçlük bu. Yoksa cesaretimi ya da gücümü yitirmem değil"

Bu satırlar da Amerikalı şarkıcı Joan Baez'in 1987 yılında Milliyet Gazetesi'ne verdiği röportajdan alıntıdır.

Dostoyevski, 1800'li yılların ortalarında Rusya'da şahit olduğu sosyal bir buhranı eserinde anlatmaya çalışmış. Joan Baez ise 1900'lü yılların son çeyreğinde Amerika'da şahit olduğu ahlaki çöküntüyü dile getirmiş. Biz de 2000'li yılların ilk çeyreğinde yaşıyoruz ve son yıllarda ülkemizde gerçekten ibretlik olaylara şahit oluyoruz.

Gittikçe Batılı ülkelere mi benziyoruz acaba? Yalancılığın, kurnazlığın, bağnazlığın ve bütün kötü davranışların yüceltildiği; emek, adalet, liyakat, vefa, erdem, edep, saygı, sevgi ve hakikatin bulanıklaştırıldığı bir zaman dilimindeyiz. Dini, milli ve ailevi değerleri önemsiz kılan, maneviyatı hiçe sayan, gerçek yerine yalanlarla hayat süren, belirsizlikten ve düzensizlikten beslenen bir düzenden bahsediyoruz.

Ben de bu ülkenin bir vatandaşı olarak son yıllarda şahit olduğum edepsizliklere tahammül edemiyorum, kabullenemiyorum, "uzayan kol bizden olsun" diyemiyorum. Bütün ahlaksız davranışların normalleşmesi bana anormal geliyor. Güya rol model olan sanatçı(!) ve aydın(!) görünümlü insanların kibirli hareketlerini ve milletin derdine çare bulması gereken siyasetçilerin(!) vurdumduymaz tavırlarını kabullenemiyorum.

İnsanoğlunun yaratılışında hata yapmak, yasağa karşı eğilim ve merak duygusu vardır. Elbette ki insanlar hata yapabilir, eğlenmek isteyebilir, varlıklı bir hayat sürmek isteyebilir. Bunları yaparken dini ve insani görevlerimizi de unutmamalıyız. İnsanlar yaptıkları hatalardan hiç ders çıkarmıyor. Günahlarıyla övünen bir sürü insan var. Özellikle muhafazakâr insanlar "örnek insanlar" olmaları gerekirken "ibretlik insanlar" oldular.

En büyük hakikat yaratılış gayemiz olan imtihandır. Muhafazakâr insanlar olarak yoklukla imtihan edildik ve kazandık. Ama varlıkla imtihan edildiğimizde kaybettik. Birileri yaratılış gayesini unuttu. Ahireti hiç düşünen olmadı. Gafil insanlar dünyevi nimetlerin cazibesine fazla kapıldı. Servetleri ve güçleri akıllarına ve imanlarına yön vermeye başladı. Adeta rehavetin ve riyakârlığın zirvesinde yaşıyorlar. Muhafazakâr aileler edepsizlikte, riyada, kibirde ve şatafatta önde koşuyorlar. Bu nasıl bir azgınlıktır?

Farkındayım, ahir zamanda yaşıyoruz. "Muhafazakâr insanlar nasıl azdı?" demek istemiyorum. Sebeplerini hepimiz biliyoruz. Aklımızı ve imanımızı kaybettik. Bastırılmış bütün duygularımız deyim yerindeyse volkanik dağ gibi patladı. Artık bu azgınlığın son bulması gerektiğini düşünüyorum. Her şey para, mal, mülk ve makamdan ibaret değildir. Güzel ahlakımızla, ilkeli duruşumuzla, çalışkanlığımızla, dirayetimizle ve dürüstlüğümüzle örnek insanlar olmamız gerekirken başkalarını dönüştürmeye çalıştık ve o dönüştürmeye çalıştığımız insanlardan daha beter olduk.

Müsrifliği zenginlik, tasarrufu fakirlik olarak görenlerin vay haline! Eğlenceyi nimet, inzivayı mahkûmiyet zannedenlerin vay haline! Kibri vazgeçilmez, tevazuyu gereksiz bulanların vay haline! Marka takıntısını alışkanlık, kul hakkı yemeyi maharet haline getirenlerin vay haline!

Farkında mısınız? Ayşeler Seda'ya, Kübralar Gülben'e, Elifler Sıla'ya, Fatmalar Hadise'ye, Haticeler Aleyna'ya özeniyor. Ahmetler Tarkan'a, Mehmetler Kerimcan'a, Yunuslar Serdar'a, Yusuflar Kıvanç'a, İlyaslar Mahsun'a özeniyor. Farkında mısınız? Sıla-ı rahim bile yerini tatillere bıraktı. Venedik, Paris, Viyana, Münih, Londra... Tatilinizi nerede yapmak isterdiniz? Kalpleri körelmiş, vicdanları sağırlaşmış, duyguları tarumar olmuş insanlığın... Bosna, Suriye, Humus, Rakka, İdlib, Filistin, Somali, Myanmar, Arakan, Doğu Türkistan... Vicdanınızın sesini nerede dinlemek isterdiniz? Biyolojik hastalıklar ne hikmetse Afrika'da ve Ortadoğu'da hızla yayılıyor ve binlerce insan çaresiz bir şekilde çırpınarak can veriyor. Dünya Sağlık Örgütü sessiz... Güya dünya barışını sağlamak için kurulan Birleşmiş Milletler bile sessiz...

Hiçbir askeri, siyasi ve iktisadi kazanım kaybedilen ailelerin, nesillerin ve kalplerdeki imanın boşluğunu dolduramaz. Sorumluluk sahibi insanlar bile dağ gibi biriken sorunlar karşısında hiçbir şey yapmıyor. Yıllarca ülkemizin ve milletimizin değerlerine hakaret edenler sırf meşhur oldukları için itibar görüyorlar, başköşelerde ağırlanıyorlar. Sakın ola ki, eski bir dostunuz milletvekili, Bakan veya bürokrat oldu diye sevinmeyin. Bir derdiniz olduğu zaman onlarla paylaşmayın, kıllarını bile kıpırdatmazlar. O makamlara sahip olan insanların çoğu geçmişini unutuyor, azdıkça azıyor, kudurdukça kuduruyor. Onlar artık milletin derdiyle dertlenmiyorlar, demleniyorlar. Zaten çoğu sülalesini ihya etmeye çalışıyor. Milletin ne çileler çektiği umurlarında bile değil.

Kul hakkı yememeyi, haksızlığa karşı gelmeyi, haklının yanında olmayı, hak edilmeyen makama ve mevkiye tamah etmemeyi kimlere öğrettik? Biz durmadan Kültür Bakanlığı'na, Aile Bakanlığı'na, Gençlik ve Spor Bakanlığı'na ve Milli Eğitim Bakanlığı'na tavsiyelerde mi bulunacağız? Edepsiz, saygısız ve şuursuz insanların yaptığı her şeye göz yumanlar, kol kanat gerenler, vesile olanlar bunun hesabını nasıl verecek? Siz şerefsizliği yüceltirseniz etrafınızda hep şerefsiz insanlar olur. O şerefsiz insanlar da bir gün size mutlaka ihanet eder. Zalimleri, fasıkları, ahlaksızları, rüşvet alanları ve haraç verenleri etrafınıza toplarsanız bu helak sebebidir.

Milattan sonra 718-755 yılları arasında yaşayan İranlı Müslüman komutan Ebû Müslim Horasânî, "Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanları asla dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar zamanla düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu" demiş.

Cahil, kibirli, paraya, kadına, makama düşkün ve kumarbaz kişilerden uzak durmalıydık. Fakat bu tip adamlara en güzel makamlar hediye edildi, "aman, karşı tarafa geçmesin" diye... Bu tip insanlarla çok karşılaşıyorum, eyvallah etmiyorum, lafımı esirgemiyorum ve tavrımı koyuyorum. Ahlaksız, iftiracı, yalancı ve düzenbaz insanlar en güzel dönemlerini yaşıyorlar. Çünkü devir onların devri... İstedikleri kadar azsınlar ve kudursunlar. Hazreti Mevlana'nın da dediği gibi; "Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça".

"Bunların bilim, sanat ve edebiyat ile ne alakası var?" diye düşünmüş olabilirsiniz. Bu devirde şahit olduğumuz bütün kepazelikleri öyküleştirsek 5 ciltlik roman olur, senaryolaştırsak 5 sezonluk dizi olur. Böylece insanlara sanatsal açıdan bir ibret vesikası da sunmuş oluruz. Aralık ayında yayınlanan yazımda felsefi derinlikten bahsetmiştim. Şimdi zamanda bir yolculuğa çıkalım ve geçmişten bugüne doğru felsefi bir yolculuk yapalım.

Kâtip Çelebi hayatta olsaydı, kendisine hangi gazetede köşe yazarı olması teklif edilirdi?
İbn-i Haldun hayatta olsaydı, onu hangi belediyeler konferanslarına veya imza günlerine çağırırdı?
Yunus Emre hayatta olsaydı, hangi siyasi partiden milletvekili adayı yapılırdı?
Neyzen Tevfik hayatta olsaydı, kaç tane gazeteci onunla röportaj yapabilirdi?
Peyami Safa hayatta olsaydı, hangi kanalda televizyon yorumcusu olurdu?
Evliya Çelebi hayatta olsaydı, kendisine hangi yarışma programında jüri üyesi olması teklif edilirdi?
Hazreti Mevlana hayatta olsaydı, kimler onunla selfie çekinmek için sıraya girerdi?
Mehmet Akif Ersoy hayatta olsaydı, hangi cemaat ona müritlik teklif ederdi?
Nasreddin Hoca hayatta olsaydı, kendisine hangi reklam filmlerinde rol alması teklif edilirdi?
Pîrî Reis hayatta olsaydı, sosyal medyada kaç takipçisi olurdu?
Ahmet Yesevi hayatta olsaydı, hangi üniversiteler onun fikirlerine değer verirdi?
Mimar Sinan hayatta olsaydı, kaç tane müteahhit onunla ortak olmak için yarışırdı?

Vesselam, biraz önce bahsettiğim tarihi şahsiyetlerin fikirlerinden mi istifade edilirdi, yoksa şöhretlerinden mi istifade edilirdi? Alanlarında dünya çapında başarı yakalayan ve halen isimleri unutulmayan böylesine abidevi şahsiyetlere çok ihtiyacımız var. Emin olun, hayatta olsalardı kıymetleri bilinmezdi ve fikirlerinden istifade edilmezdi. Şu anki toplumsal zihniyet o kıymetli insanlara hak ettiği değeri vermezdi, veremezdi. İşte biz bu kadar aciz ve fikir yoksunu bir dönemde yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu size daha nasıl anlatayım? Her şeyi tükettik, her şeyi... Farkında mısınız?


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.