ELEŞTİRMEK NE HADDİMİZE?



Mektup Edebiyat Dergisi / 03.05.2022

Bu aralar kendimi sorguluyorum. Kafamda deli sorular var ve bu yüzden birtakım yanılsamalar içindeyim. "Bende mi bir yanlışlık var acaba?" diyorum, "nerede yanlış yaptım acaba?" diyorum. Tam 5 yıl oldu. 2017 yılından bu yana eğitimin, sanatın, edebiyatın ve medyanın önemini anlatmak için köşe yazıları yazıyorum. Allah sizi inandırsın, soranlara hep "çaylak köşe yazarıyım" dedim.

Tecrübelerimden yola çıkarak ve "Hakk'ın hatırı halkın hatırından âlidir" diyerek ihmal edildiğini düşündüğüm konuları irdeledim, eleştirdim ve çözüm önerilerimi dile getirdim. Bunu yaparken de kendimi tutamayıp sanatın ve medyanın önemini bilmeyen gafilleri çok eleştirdim, "tuzu kuru gafiller" dedim, "siz şeytana mı kefilsiniz?" dedim, "bir hakikat krizi yaşıyoruz" dedim, "yerli eziklik" dedim, "kavramları kavrayamadık" dedim. Bana mı kaldı bunları düzeltmek? Bana mı kaldı bunlara doğru yolu göstermek? Bu yaptığım da hakikaten çaylaklıkmış!

Bir Allah'ın kulu "sen kendini ne zannediyorsun?" demedi. İşin ilginç yanı, Genel Yayın Yönetmenimiz Çelebi Öztürk Bey bile beni hiç uyarmadı. Aksine olumlu tepkiler aldım ama değişen pek bir şey yok. Zihniyetler hiç değişmedi. Bilakis bambaşka bir açıdan bakınca olaylar bana çok farklı görünmeye başladı. Lütfen o gafillerin suratına dikkatlice bakın. Hepsi yaptıkları nahoş hareketlerin konu edinildiği filmlerde başrolde oynayabilirler. Fıtratı her şeye müsait olanın yeteneği olmasa da rol çalma becerisi olabilir. Siz o seviyeye ulaşabilir misiniz?

Kolay mı sanıyorsunuz, dilinizle Allah'a iman ettiğinizi söyleyip, kalbinizle şeytana köle olmayı? Kolay mı sanıyorsunuz, üç günlük dünya hevesleri uğruna büyük günahlar işlemeyi? Kolay mı sanıyorsunuz, akıllı geçinip aklınızı kiraya vermeyi? Yapımcılar, yönetmenler, şairler, yazarlar, senaristler... Görmüyor musunuz, büyük eserlere konu olacak başarıları(!)... Okuduğumuz hikâyeler ve izlediğimiz filmler hayal ürünüymüş. Yanıbaşımızda ne hikâyeler(!) yazılmış, ne filmler(!) çevrilmiş, kıymetini(!) bilememişiz.

Öyle bir manzara ki, nereden bakarsanız bakın, mükemmel(!) görünüyor. Milleti kandırmak için her gün renk değiştirenler var. Faize iman edip enflasyona meydan okuyanlar var. Bıyık bırakınca bütün hataları affedilenler var. Sakala laf etmem, sakal sünnettir. Bu bıyık sevdası nereden çıktı, bir türlü anlayamadım. Bıyık bırakacaklarına kötü alışkanlıklarını bıraksalar daha anlamlı olmaz mıydı?

Mesela her fırsatta dini, milli ve ailevi değerlerimize hakaret eden ünlüler(!) var ya... İşte onlardan biri bugün bir makam sahibini telefonla arasa telefon beş kere çalmadan yanıt verilir ve derhal esas duruşa geçilir. Makam sahibi siyasetçilerin elbette bir bildiği vardır. Bizim telefonlarımıza çıkacak değiller herhalde... Makam sahibi insanların ünlülere(!) gösterdiği bu yüksek saygıyı lütfen gözardı etmeyelim.

Şimdi siz de düşünün. Böyle insanlar kolay mı yetişiyor? Bu değerleri(!) heba etmek kimin haddine? Bugün isteseler eğitimde, ilimde, sanatta ve edebiyatta çığır açamazlar mıydı, destanlar yazamazlar mıydı, tabii ki de yaparlardı. Demek ki istemiyorlar. Mutlaka bir bildikleri vardır. Onları eleştirmek ne haddimize?

Günlerdir kendime kızıyorum. Neşet Ertaş'ın "Âhirim Sensin" türküsünde söylediği gibi "cahildim dünyanın rengine kandım". Bir rahat bırakmadık ki, istedikleri kadar azıp kudursunlar. Düşünüyorum da, ne kadar abartmışız. Yıllar sonra şans eseri önemli mevkilere gelen insanların da nefsi yok mu? Onların da kibirlenmeye ve riyakârlık yapmaya hakları yok mu? İhtiraslarının peşinden koşamazlar mı? Ahireti unutup dünyevi zevklere yönelemezler mi? İnsanların çektiği çileleri hiç düşünmeden kendileri lüks bir hayat yaşayamazlar mı?

Bir gün siz de anlarsınız. Bu değerler(!) kolay yetişmedi. Bunu inkâr edemeyiz. Benim de kabahatim büyük... Bunların değerini(!) bilemedik. Bütün fabrikalarımız ve topraklarımız heba edilseydi bu kadar üzülür müydüm acaba? Hiç insanlıktan nasibimizi almamışız. Empatiden yoksun, anlayışsız, fütursuz insanlar oluvermişiz. Bu destansı başarılar(!) gelecekte üniversitelerde ders olarak okutulursa ve büyük eserlere konu olursa şaşırmayın.

Şimdiye dek bu başarılarını(!) yüzlerine karşı niye söylemedim, niye onları tebrik(!) etmedim, niye onlarla bir selfie(!) fotoğraf çekinmedim? Vicdan azabı mı diyeyim, ihmalkârlık mı diyeyim, bilemedim. Saygı mı duymalıyız, kaygı mı duymalıyız, çözemedim gitti. En iyisi büyük başarılar(!) diyeyim de, bir anlamı olsun.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.