"EDEPSİZLİK" SANAT DEĞİLDİR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.01.2018

Sanata dair uzun yıllardan beri devam eden tartışmalar vardır. Sanatı özgür yapan onun özgünlüğüdür. Yüce Allah insanoğluna birçok yetenek bahşetmiştir. İnsanoğlunun kendi çabası sayesinde yetenekleri de gün yüzüne çıkar. Sabretmenin ve sebat etmenin de ötesinde sanatın omurgası edeptir. İlimden önce edep gelir. İslâm'ın da başı ve sonu edeptir. Edep, en kısa tarifiyle, hadlere riayet etmektir ve sınırları aşmamaktır.

Osmanlı döneminde insanlar sürekli "Edeb Ya Hu!" derlermiş. Allah'ı görüyor gibi yaşamaya çalışırlarmış. "Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, engelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!" mânâsını hatırlatmak için her yere "Edeb Ya Hu!" yazarlarmış. Eski zamanları yâd ederken Yunus Emre'nin edeple ilgili sözlerini de hatırlamakta fayda var;
"Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep,
Dediler ilim geride, ille edep, ille edep"

Yeryüzündeki bütün milletlerin kültürleri aynı zamanda sanat anlayışlarına da etki etmektedir. Sanat; toplumların ahlaki, manevi ve teamüllere dayanan öğretileriyle genelde aynı düzlemdedir. Türk milletinin de sanat tarihi birbirinden güzel örneklerle doludur. Örneğin; hat, tezhip, ebru, minyatür, naht ve sedef bizim geleneksel el sanatlarımızdır. Sahne sanatlarımıza ise kukla, Ortaoyunu, Meddah ve gölge oyununu (Karagöz ve Hacivat) örnek olarak verebiliriz. Mehter Takımı, dünyanın ilk ve en eski bandosudur. Şiir ve musiki, Türk milletinin genelde dinamik, özelde içe dönük hayatında canlı bir şekilde yer almış ve birbiriyle bütünleşmiş olan seçkin iki sanat dalıdır.

Doğu'nun ve Batı'nın sanat anlayışı zaman içerisinde milletlerin kaynaşması ve teknolojik imkânlarla birlikte farklı bir noktaya geldi. Batı'nın sanata olan katkılarını inkâr edemeyiz. Kapalı alanlarda tiyatro sahneleri kurmaları, açıkhava tiyatroları sahnelemeleri, televizyon dizileri ve sinema filmleri çekmeleri, animasyon ve çizgi filmler yapmaları, karikatür sanatını geliştirmeleri, resime, müziğe ve edebiyata yönelik çalışmaları kültür ve sanat hayatına büyük katkılar sağladı. Ne yazık ki, bu gelişmeler Batılı ülkelerin farklı planlar yapmasına da sebep oldu. Batı Medeniyeti, teknolojinin de verdiği bir güçle kendi kültürüne mensup olmayan milletlerin kültür ve sanat anlayışını istismar etti. Kendi çaplarında kültürel bir hegemonya kurmak için ellerinden geleni yaptılar. Bunu kısmen başardıklarını da söyleyebiliriz. Lakin utanç verici olan şudur ki; Batı Medeniyeti, kültürel ve sanatsal faaliyetlerinin birçoğunda bütün dünyaya cinselliği, edepsizliği ve ihtişamı empoze etmeye çalıştı. Özellikle kadınları sanatsal çalışmalarda tamamen cinsel bir meta olarak kullandılar. Erkekleri de dizilerde, filmlerde ve reklamlarda paranın ve azametin timsali olarak lanse ettiler. Sonra da kadın-erkek eşitliğinden dem vurmaya başladılar. Yıllardır dünyanın her yerinde düzenlenen güzellik yarışmalarının ne anlama geldiğini halen anlayamıyor musunuz?

Buna dair çeyrek asır önce Samuel Huntington'un ortaya attığı "Medeniyetler Çatışması Teorisi" ise esasen bir tespit niteliğindedir. 1993 yılında Samuel Huntington tarafından ortaya atılan bu teoriye göre yeni dünyada ideolojik çatışmalar ve ekonomik anlaşmazlıklar olmayacak. İnsanlar arasında büyük bölünmeler olacak ve kültürel alanda mücadele olacak. Büyük medeniyetlerin büyük aktörleri arasında çatışmalar çıkacak ve bu çatışmalar küresel politikaya hâkim olacak. Bu teoriye göre, gelecekte dünyada 7-8 tane medeniyet arasında etkileşimler olacak. Özellikle; Batı Medeniyeti, Konfüçyüs Medeniyeti, İslam Medeniyeti, Japon Medeniyeti, Hint Medeniyeti, Afrika Medeniyeti v.s. örnek olarak verilmektedir.

Biz de Türk milleti olarak üç boyutlu dijital bir savaşla karşı karşıyayız. Nedir bunlar? Kültür, sanat ve medya... Batılı ülkeler, kendi kültürlerini baskın "kültür" olarak bütün dünyaya "sanat" bahanesiyle lanse ediyorlar, "medya" üzerinden de bunu insanlara "çağdaşlık" diyerek masum ve şirin göstermeye çalışıyorlar.

Edepsizlik sanatla bağdaşmaz. Belaltı espri yapmanın mizahla bir alakası yoktur. Mizah, insanları rencide etmeden güldürebilme sanatıdır. Reyting bahanesiyle dizi ve filmlere müstehcen sahneler eklemek edepsizliğin dışavurumudur. Ahlaksız eğlenceler tertip etmek ve nü resim sergileri açmak Türk milletine yapılan en büyük saygısızlıktır. Edepten ve hayâdan nasibini alamamış, güya sanatçı(!) diye geçinen şöhret budalası insanların özel hayatlarındaki çarpık ilişkilerini ve seviyesiz tartışmalarını gazetelerde sürmanşetten "özel haber" olarak yayınlamak da terbiyesizliğin ve şuursuzluğun dik alasıdır. Cümleleri eğip bükerek, kelimeleri kısaltarak konuşmak marifet de değildir, komik de değildir.

Son yıllarda "sanat" adı altında toplumun bilinçaltına zerk edilen edepsizliği herkes anlayamıyor. Bu yaşadığımız dönem "sen de amma abarttın. Koskoca millet televizyondan ve internetten bu kadar etkilenir mi?" diyerek geçiştirilemez. Bunların topluma ne derece sirayet ettiğini anlayabilmek çok da zor değil. Toplumda günden güne yaygınlaşan edepsizliğin ve hayâsızlığın en büyük sebeplerinden biri de medya üzerinden topluma lanse edilen edepsiz yayınlardır. Bugün çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir öğretmenin okul dışındaki seviyesiz konuşmalarını nasıl izah edebilirsiniz? Hastalarımızı emanet ettiğimiz doktorların sivil hayatlarındaki kibirli ve bencil davranışlarını nasıl izah edebilirsiniz? Diksiyon ve güzel konuşma dersi veren yazarların sosyal medyadaki edepsizce yaptıkları tartışmaları nasıl izah edebilirsiniz?

Bir de işin trajikomik bir tarafı var. Türk milletinin ahlakını bozan televizyon dizileri final yaptıktan sonra yabancı ülkelerdeki televizyon kanallarında da yayınlanıyor. Buna da dizi ihracatı diyorlar ve buna gerçekten çok sevinen hükümet yetkilileri var. "Yurtdışına dizi ihracatı yapıyoruz. Türkiye, dizi ihracatında dünyada ikinci" diye övünüyorlar. Yahu, Türk milletinin aile yapısını, mahalle kültürünü, birlik ve beraberlik duygusunu derinden sarsan ve zedeleyen yapımları yurtdışına ihraç ettiğiniz zaman neler olabileceğini düşünemiyor musunuz?

Zihnimiz adeta allak bullak edilerek işgal edilmeye çalışılıyor. Şu anda toplumda gittikçe yaygınlaşan tuhaf anlayışlar var. Ya alışacaksın, ya kabulleneceksin. Edepsizliğe alışmak kudurganlığa yol açar. Edepsizliği kabullenmek ise en büyük günahtır. Bu bir zihniyet meselesidir. Tarih, bu zihniyete alkış tutanları da unutmayacak, bu zihniyete boyun eğmeyip duruşundan taviz vermeyenleri de unutmayacak.

Hepimizin bildiği üzere dünya teknoloji ile birlikte çok değişti. Artık hepimiz küresel hegemonyanın bir parçası olduk. Telefon, televizyon, bilgisayar... Bunlardan hangisini bir ülkede yasaklayabilirsiniz? Yasaklamak imkânsız ama kullanım sınırlarını belirlemek imkânsız değil. Bizim 'böyle gelmiş, böyle gider' veya 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' deme lüksümüz yok. Bu yüzden kültürel hegemonyanın "sanat" adı altında Türk toplumuna verdiği zararlara karşı kayıtsız kalmamalıyız. Hiç şüpheniz olmasın, Türk milleti küllerinden yeniden doğacak kadar güçlü bir iradeye sahiptir. Biz en zor zamanlarda bile yıkılmayan ve tekrar şaha kalkabilen ender bir milletiz. 15 Temmuz, bunun en net örneğidir.

Zaman, özümüze dönme zamanı, dem bu dem. Kültürel değerlerimize hak ettiği değeri vermenin zamanı geldi. Şanlı tarihimizi ve kadim medeniyetimizi yeniden hatırlamalıyız ve şaha kaldırmalıyız. Yeter ki, millet olarak bize biçilmeye çalışılan kaftana bürünmeyelim ve bu hayâsız akına karşı göğsümüzü siper edelim.

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in edep ve hayâ ilgili hadis-i şeriflerini de hatırlatmakta fayda var.

Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı hayâdır" (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 9)

Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Edepsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiği şeyi güzelleştirir" (Tirmizi, Birr, 47)

Her fırsatta "milli" ve "manevi" amaçlarla kurulduklarını söyleyen medya kuruluşlarına çok büyük görevler düşüyor. "Milli" ve "manevi" yayın yapan televizyon kanallarında haber bültenlerinin ve tartışma programlarının haricinde geleneklerimizi ve göreneklerimizi yansıtan kültür ve sanat programları yapılmalıdır. Yetenekli sanatçıların da katılımıyla ödüllü yarışmalar düzenlenmelidir. Farklı program formatları geliştirilmelidir. Yerli ve milli belgeseller yapılmalıdır. Gençlerin binbir emekle çektikleri kısa filmlerin televizyon kanallarında yayınlanması gençlere büyük bir özgüven verir. "Halka hizmet, Hakk'a hizmet" anlayışını düstur edinen yerel yönetimlere de büyük görevler düşüyor. Yerel yönetimlerin yetkili yöneticileri, yönettikleri şehirlerde yaşayan şairleri, yazarları, edebiyatçıları ve bütün sanatçıları gerekirse evlerine kadar giderek ziyaret etmelidir. Yerel yöneticiler, o sanatçılara hak ettiği saygıyı göstermelidir, hak ettiği değeri vermelidir. "Sosyal sorumluluk" adı altında saçma sapan projelere destek olan işadamlarına inat, bizzat "milli sorumluluk" bilinciyle yerli ve milli sermayenin yöneticileri, yetenekli ve edepli insanları keşfetmelidir ve onlara destek olmalıdır. Her şeyi de devletten beklememek gerekiyor.

Uzun lafın kısası, edebimizden taviz vermemeliyiz, edepsizliğe prim vermemeliyiz. Bir duruşumuz olmalı, bir sözümüz olmalı, bir hedefimiz olmalı... Kültür ve sanatta yeniden şahlanmak ve çığır açmak için yetenekli insanların özgür, özgün ve edepli olmaları gerektiğini her fırsatta söylemeliyiz.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.