DİLİMİZ UYUŞTURULDU!



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.04.2018

Dil, insanların kendi aralarında iletişim kurmasını sağlayan en önemli unsurlardan biridir. İnsanlar duygularını, düşüncelerini, hayallerini ve özlemlerini dilleri ile ifade eder. Toplumlar, dil ile millet olurlar ve varlıklarını da kendi dilleriyle koruyabilirler.

Konuşmak, güzel konuşmak... Yazmak, etkili yazmak... Okumak, bilinçli okumak... Bu hasletlere sahip olabilmek için dilimizi korumalıyız. Dilini geliştirip zenginleştiremeyen ve yabancı dillerin istilasından koruyamayan milletler milli bir kültür oluşturamaz ve kültürlerini koruyamaz. İnsan, aile, toplum, millet, kültür ve medeniyetin temelinde dilin önemli bir yeri vardır.

Son yıllarda dilimizde yaşanan yozlaşma ve yabancılaşma gittikçe artmaktadır. Bu yozlaşmanın zaman içerisinde bütün değerlerimizin yok olmasına ve dini ve milli birliğimizin telafisi imkânsız zararlar görmesine sebep olacağı aşikârdır. Dili yozlaşan bir milletin geleceği de ciddi bir tehlike altındadır.

Türkçe, yazı dili olarak 1.500, konuşma dili olarak ise yaklaşık 5.000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bugün dünyanın dört bir yanında konuşulan dünyanın beşinci büyük dilidir. 1072 yılında Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dîvânu Lugâti't-Türk'te yer alan kelime sayısı 8.624'tü. Aynı dönemde hazırlanmış bir Latince-İngilizce sözlükte ise 3.000 kelime yer almıştır.

Maalesef bugün dilimizle ilgili birtakım sıkıntılarımız var. Bugün dilimiz iyi konuşulup yazılamıyor. Türkçemiz her gün biraz daha bozuluyor ve bunun neticesinde herkesin konuşmasında cümle bozukluklarına rastlıyoruz. Mesela, gençlerin çoğu kelime ve deyimleri düzgün bir şekilde telaffuz etmiyor. Kelime hazineleri son derece kısıtlı olan gençler, birkaç yüz kelimeyle günlük konuşmaları idare ediyorlar. Ne yazık ki, gençlerimiz Türk dilinin güzelliğinden, zenginliğinden ve bağımsızlığından mahrum durumdadır.

Şimdi size gündelik hayatta çok sık kullanılan İngilizce kökenli 30 kelime yazacağım. Bazı kelimelerin Türkçe karşılığını da parantez içinde belirteceğim.

Televizyon, internet, telefon, spor, futbol, basketbol, literatür (edebiyat), kontrol (denetim), handikap (endişe), stres (gerginlik), apartman, departman (bölüm), grup, otobüs, park, kart, üniversite, skandal (rezalet), kampanya (etkinlik), etik (ahlak), psikoloji, teknoloji, pozisyon (durum), lokasyon (konum), efekt (etki), sürpriz, vizyon (ileriyi görme), misyon (görev), total (toplam), fotoğraf...

Gördüğünüz üzere buna benzer birkaç yüz kelime ile insanlar kendi aralarında iletişim kuruyorlar. Bu tutarsızlık konuşma diline yansıdığı gibi yazım diline de etki etmektedir. Atalarımızın bize miras bıraktığı öz Türkçemizi adeta yok sayarak rafa kaldırmışız, yabancı dillerden dilimize uyarlanan misafir kelimeleri baş tacı etmişiz.

Oysaki günümüze kadar süre gelen tarihi kitâbelerde, edebiyat eserlerimizde ve sanatsal çalışmalarımızda geleneksel Türkçemize ait çok güzel kelimelerimiz de bulunmaktadır. Gelin, o kelimelerden bazılarını birlikte hatırlayalım. Bırakalım şimdilik bir kenara; fenomen, popüler, ekstra, sürpriz, reyting gibi kelimeleri...

Mukadderat (yazgı), müstahak (hakeden), müsamaha (anlayış), muhtelif (çeşitli), muktedir (güçlü), müstehzi (alaycı), garabet (gariplik), yeis (umutsuzluk), mütemadiyen (sürekli), iptidai (ilkel), itidal (soğukkanlılık), intiba (izlenim), itilaf (anlaşma), itikat (inanma), mütevellit (dolayı), intikal (geçiş), müşterek (ortak), keramet (olağanüstü durum), metanet (dayanıklılık), tahayyül (hayalde canlandırmak), taassup (bağnazlık), teferruat (ayrıntı), meşakkat (zorluk), serzeniş (yakınma), menfur (iğrenç), hülasa (kısaca), muntazam (düzenli), memba (kaynak), nedamet (pişmanlık), tasvip (onama)...

Yazılı ve sözlü mülakatlarda "yabancı diliniz var mı?" diye sorarlar. Peki özgün dilimiz olan Türkçe'yi ne kadar biliyoruz ve gündelik hayatımızda bu kelimeleri ne kadar telaffuz ediyoruz? Buna dair gençlerimizi ve halkımızı bilinçlendirmek için bir farkındalık oluşturmamız gerekiyor.

Bugün geldiğimiz noktada modernleşme adına edebiyatımıza, sanatımıza ve hatta yaşantımıza bile sirayet eden bir yabancılaşma var. Birçok şehirde Türkçe isimlerin kaldırıldığını görüyoruz. Caddelerin ve sokakların isimleri değiştirilerek yabancı isimler veriliyor. Ticaret merkezlerinin, toplu konutların, binaların, lokantaların, pastanelerin, giyim mağazalarının Türkçe olan isimleri değiştirildi. Şirketlerin ve holdinglerin büyük kısmı isimlerini değiştirdi. Ürettikleri ürünlere bile yabancı isimler veriyorlar. Türkçe neredeyse gündelik yaşamdan kaldırıldı. Bir yetkili de çıkıp "ne oluyor yahu?" demiyor, diyemiyor.

Karamanoğlu Mehmet Bey, 1277 yılında Selçuklu ailesinden II. İzzettin Keykavus'un oğlu Gıyaseddin Siyavuş'u yanına alarak Moğolları yendi ve Konya'yı ele geçirdi. Siyavuş'u Sultan ilan eden, kendisi de vezir olan Karamanoğlu Mehmet Bey'in Konya'daki ilk icraatı "Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır" fermanı olmuştur. Bu sayede siyasi ve askeri bir zaferden öte kültürel bir zafer de kazanılmıştır. Ruhun şâd olsun Karamanoğlu Mehmet Bey!

2014 yılının sonunda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen 19. Milli Eğitim Şurası'nda Osmanlı Türkçesi'nin zorunlu ders olarak bütün liselerin öğretim programlarında yer alması önerisi oy çokluğuyla kabul edildi. Osmanlı Türkçe'sinin eğitim müfredatında yer alması için atılan bu adım önemli bir adımdı. Osmanlıca zaten bugün kullandığımız Türkçe'nin bir başka alfabeyle yazımıdır. Fakat buna rağmen her şeye muhalif olan bir vatandaş böyle bir gelişme karşısında "Osmanlıca bizi Orta Çağ karanlığına götürür" demişti. Hatta içlerinden bazıları daha da ileri giderek "mezar taşlarını mı okuyacaklar?" diyecek kadar mesnetsiz açıklamalar yapmışlardı. Doğduğu ve büyüdüğü toprakların mâzisinden habersiz, âtisinden ümitsiz yaşayan insanlarla aynı ülkede yaşamak ve o insanlara milli değerlerimizi anlatmak çok zordur. Ülkemizde maalesef böylesine gayrimilli davranışlar sergileyen insanlar da var.

Bu tartışmaların yaşandığı dönemde benim de naçizane aklımdan aşağıdaki kelimeler geçiyordu. O günlerde aklımdan geçen birbirinden kıymetli ve anlamlı Osmanlıca kökenli kelimelerimizden bazılarını sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyorum.

Arz-ı endam (boy göstermek), ehven-i şer (kötünün iyisi), farz-ı misal (örneğin), lisân-ı münasip (uygun dil), teşrik-i mesâi (işbirliği), alâmet-i farika (belirgin özellik), ehl-i iman (iman sahibi), fâil-i meçhul (bilinmeyen), harem-i şerif (kâbe), sılâ-i rahim (akraba ziyareti), kahir ekseriyet (büyük çoğunluk), hâlet-i ruhiye (ruhsal durum)...

Bütün bu sıkıntıların başında, dilimizin iyi öğretilememesi ve dil bilincinin geliştirilmemesi gelmektedir. Dil eğitimi, ilk ve ortaöğretimin en önemli hedeflerinden birisi olmasına rağmen, yeni yetişen nesillere, okullarda dilimizin doğru dürüst telaffuz edilip konuşulması ve yazılması öğretilememektedir. İlim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, basın ve yayın kuruluşlarının kullandığı doğru olmayan dil, ticari hayatın getirdiği yabancılaşma, bilişim dilindeki farklılaşma dilimizde bozulmaya yol açan başlıca nedenlerdir.

Batı Medeniyeti'ne duyulan "özenti", kendi dilimize karşı duyulan "eziklik" toplumda çok karmaşık bir algı oluşturdu ve algı dilin önüne geçti. Dünya nimetlerinden elini eteğini çekip, kendisini sadece Allah sevgisine adayan kişileri ifade eden "abdal" kelimesi günümüzde bir hakaret ifadesi anlamına gelen "aptal" olarak telaffuz edilmektedir. Farsçada "oğul" ve "oğullar" anlamına gelen "lan" ve "ulan" kelimelerinin bugün bir ünlem ifadesi olarak kullanıldığını hepimiz biliyoruz.

"Bitsin artık kelime ithalatı" desem beni kim anlar? Böylesine zengin bir dilimiz varken halen günlük hayatımızda yabancı kökenli kelimeler ile konuşmak ve yazışmak bize yakışmıyor. Telefonda ve sanal ortamda bile karşımızdaki insanlarla iletişim kurarken veya sohbet ederken kısaltma ifadeleri ile yazışıyoruz. "Teşekkürler" yazamıyoruz, elimiz varmıyor yazmaya, "tsk" yazıyoruz. "Allah'a emanet ol" yazmak nedense zor geliyor, "aeo" yazıyoruz. "Kendine iyi bak" yazmaya eriniyoruz, kısaca "kib" yazıyoruz. Bu yazdıklarım sizlere gülünç gelebilir ama gerçekten gülünecek durumda değiliz. Bunları yarın çocuklarımıza anlatsak bize inanmazlar.

İnsanları cehaletinden dolayı yargılamak haddimiz değil. Şuurlu bir nesil yetişmesi için var gücümüzle dilin önemini vurgulamalıyız. Konuşmak, Allah'ın kullarına bahşettiği en büyük nimettir. Güzel Türkçemiz de atalarımızdan bize miras kalan en önemli değerimizdir. Dilimize ve kültürümüze yabancılaştıkça karşılaştığımız sorunları artık anlamamız gerekiyor. Sanal ortamdaki bilgi kirliliği, medya kuruluşlarının özgün olmayan yayınları, insanlar arasındaki iletişim kopukluğu ve nesiller arasındaki algı farklılığı maruz kaldığımız başlıca sorunlardır. Birkaç yüz kelime ile konuşan nesillerin ayetleri ve hadis-i şerifleri manevi bir hissiyatla anlaması mümkün değil. Şanlı tarihimizi ise bilinçli bir şekilde okumak mümkün ama anlamak mümkün değil. Sadeleştirilen eserleri de okuduğumuz zaman o derin manevi ruhu yakalayamıyoruz.

Dilimize yabancılaşırsak bu inancımıza da etki eder ve dinimizde de yobazlaşırız. Eski ulema ve müçtehitlerin yazdığı eserleri okuduğumuz halde anlayamadığımız için bugün art niyetli bazı lejyoner kılıklı misyonerlerin anlattıklarını safça dinleyip o anki ruh halimizle inancımıza zarar gelircesine inanıyoruz. Dilimizdeki yozlaşmanın yobazlaşmaya nasıl imkân sağladığını umarım anlatabilmişimdir.

Dilimiz resmen uyuşturuldu. Bugün çok önemli bir Osmanlı eserini okumaya kalksak o muhteşem kelimeleri telaffuz dahi edemeyiz. Uyuşturulduk, dilimiz uyuşturuldu. Zihnimiz uyuşturulduğu için okuduğumuzu anlayamıyoruz. Dilimiz uyuşturulduğu için anladığımızı ifade edemiyoruz. Birilerinin asırlardır istediği gibi boşveriyoruz. Korkarım ki, böyle giderse 20 sene sonra kendi yazdıklarımı bile gözlükle okuyup sözlükle anlamaya çalışacağım.

Mevlana'nın Mesnevi'sinde geçen bir kıssayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Biri Arap, biri Türk, biri Acem, bir diğeri de Rum olan dört arkadaş yola çıkarlar. Bir müddet sonra aralarında bir anlaşmazlık olur. Üzerlerinde çok fazla paraları olmadığı için üzüm almaya niyetlenirler ama her biri kendi lisanında "inep", "engür", "istafil" ve "üzüm" der. Hepsi aynı anlama geliyor. Yoldan onların lisanından anlayan biri geçer ve bir miktar üzüm alıp getirerek dört yoldaşa verir ve der ki, 'Aynı dili konuşmak güzel ama aynı gönlü paylaşmak, aynı ruhu paylaşmak daha güzel, daha hoş".

Her şeyden önce milli bir dil politikası oluşturulmalıdır. Türk dilinin korunması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla çalışmalar yapmakla yükümlü olan Türk Dil Kurumu gibi kurumlar ile sivil toplum kuruluşları üzerlerine düşeni yapmalıdır. Bilhassa Türk Dil Kurumu, dil konusunda daha fazla sorumluluk üstlenmelidir. Dil bilimi üzerine ihtisas yapmış uzmanlardan oluşan heyetler, Türkiye'deki bütün eğitim ve öğretim kurumlarını, yazılı ve görsel yayın yapan bütün medya kuruluşlarını, yayınevlerini, sanayi ve ticaret odalarını sürekli teftiş etmelidir. Türk Dil Kurumu, bu anlamda ilgili yayıncıları uyarmalıdır. Hatta gerektiği zaman o kurumları tenkit etmesini de bilmelidir. Mesela, 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumu'nun öncülüğünde "Türk Dili Yılı" ilan edildi ve bu kapsamda birçok kurum ve kuruluşla işbirliği kurularak etkinlikler düzenlendi. Bu etkinliklerin artarak devam etmesi ve Türk Dil Kurumu'nun daha fazla sorumluluk üstlenmesi en büyük temennimizdir.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.