DEVRİM; DEVİRMEK DEĞİL, İHYA ETMEKTİR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 03.04.2019

"Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek,
Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek"

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, 1969 yılında yazdığı "Müjde" isimli şiirinde devrimden böyle bahsetmiş. Devrim demişken size dünyadaki veya ülkemizdeki siyasi ve askeri darbeleri anlatmak niyetinde değilim. Devrim, kelime olarak belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik anlamına geliyor. Kimilerine göre "inkılâp", kimilerine göre "ıslahat", Batı'ya göre ise "reform"...

Dünya tarihinde "devrim" olarak nitelendirilen hareketlerin çoğu korkunçtur. Ülkemizde yapılan askeri darbelerin bile "devrim" olduğunu söyleyenler var. Sonuçta hepsi toplumlara büyük zararlar vermiştir. Çünkü hepsinde kendini toplumun geri kalanından daha akıllı gören bir kadro, silah ve kanun gücünü kullanarak despot bir rejim kurmuştur. Bugüne dek kast edilen "devrim", ideolojik bir kadronun silah zoruyla iktidarı ele geçirmesi ve sonra da kendi siyasi programını topluma dayatmasıydı.

Cumhuriyet'in bile bir kültür-sanat devrimi olduğu iddia ediliyor. Hatta askeri darbe özlemiyle yaşayan insanların her fırsatta "çare devrim" sloganları atmasını nasıl değerlendirmeliyiz? Menfaatlerine ters düşünce hainliğe yeltenen ve buna da "devrim" diyen insanların zihinlerini nasıl düzeltebiliriz? Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed de bir devrimciydi. Devrim, devrim yapan kişinin ve ekibinin niyetine göre değerlendirilir. Yapılan devrimin hayrolması için milletin milli ve manevi değerlerine uygun olması gerekir.

Ülkemizde halkın ve medyanın İngilizce anlamından yola çıkarak "reform" diye tabir ettiği yenilikler oldu. Sağlık reformu, eğitim reformu, ulaşım reformu, turizm reformu, tarım reformu, askeri reformlar... Birçok alanda önemli reformlara imza atıldı. Bu reformların sanat reformu ile taçlandırılması gerekiyordu. Sanatta yapılması gereken reformlar çoğu zaman ihmal edildi, belki de ertelendi.

Bütün bu yeniliklere rağmen sanat halen "ek iş" veya "boş zaman meşgalesi" olmaktan öteye gidemedi. Siyaset, ticaret, ekonomi ve tarım derken sanatı çok garip bıraktık. Sanat "uzaktaki köy" gibi oldu. Şair ve Yazar Ahmet Kutsi Tecer'in "Orda bir köy uzakta" şiirinde ifade ettiği gibi; "Orda bir köy var uzakta, O köy bizim köyümüzdür, Gezmesek de tozmasak da, O köy bizim köyümüzdür"...

Son 20 yılda maalesef kültüre ve sanata yeteri düzeyde ilgi gösterilmedi. Kim istemez ki, kültürel ve sanatsal alanda da devrim yapılmasını? Şahsen ben de "devrim" niteliğinde yenilikler yapılması ve milletimizin örf ve adetlerine uymayan sanat anlayışının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Öncelikle şunu söyleyeyim. Türkiye'de "muhafazakâr" olarak bilinen siyasi irade için "Kültür ve Turizm Bakanlığı" hiçbir zaman önemli bir kurum olmamıştır. Bu yüzden kültür-sanat çoğunlukla ikinci planda kaldı. Bilakis sağ görüşlü insanların da kültür ve sanat ile ilgili bir dertleri de olmadı.

Son yıllarda birazcık da olsa bizi umutlandıran gelişmeler oldu. Tamamen karamsar bir yorum yapmak istemiyorum. Neticede kültür ve sanat adına atılan güzel adımları da hem takdir etmeliyiz, hem de takip etmeliyiz. Mesela 2 yıl önce "'Kültür ve Sanat Kurulu' neden yok?" başlıklı bir köşe yazısı yazmıştım. Geçen sene "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" içerisinde "Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu" olacağını da duyduğum zaman çok sevindim.

Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu'nun bundan sonra atacağı adımlar çok önemlidir. Böyle bir kuruluşun kurulması için önceki yıllarda da girişimler olmuştu ama netice alınamamıştı. 2014 yılının Mart ayında sanatın tüm dallarının desteklenmesi ve sanat kurumlarının yeniden yapılandırılması amacıyla hazırlanan Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı muhalif kesimin büyük eleştirilerine maruz kalmıştı. O günlerde Türkiye Sanat Kurumu için yapılan en ağır eleştiri şuydu; "Siyasi iktidar, bilerek ve isteyerek Cumhuriyetin kültür-sanat temelini çökertmek istemektedir!". Sonuç itibariyle bütün engellemelere rağmen kurulan Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu'nun ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bundan 6 ay önce Resmi Gazete'de yayınlanan 2019 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da sizlerle paylaşmak istediğim önemli bölümler bulunuyor.
* Tarihimizin önemli şahsiyetleri, olayları, masal kahramanları ve kültürel zenginlik unsurlarımız belgesel, dizi ve çizgi filmlere dönüştürülecektir.
* Türkiye Film Arşivi ve Sinema Müzesi kurulacaktır.
* Yurtiçi ve yurtdışındaki kültürel mirasımız, toplumun kültür, tarih ve estetik bilincini geliştirecek, kültür turizmine katkı sağlayacak ve afet riskini dikkate alacak şekilde korunacaktır.
* Türkçe'deki bozulma ve yabancılaşmanın önüne geçmek amacıyla bilim, eğitim, öğretim ve yayın kuruluşları başta olmak üzere, hayatın tüm alanlarında Türkçe'nin doğru ve etkin kullanımı sağlanacaktır.
* Okuma kültürü yaygınlaştırılacak, çocukların erken yaşlarda kültür ve sanat eğitimi almaları sağlanacaktır.

Geçtiğimiz Şubat ayında ise Türkiye'nin en kapsamlı kültür-sanat kanalı TRT2 yayın hayatına başladı. TRT2'nin sinemadan müziğe, resimden edebiyata, tarihten felsefeye kadar birçok alanı konu alan yapımları izleyici ile buluşturacağı belirtildi. Hayırlı ve uğurlu olsun. Gördüğünüz üzere kültür-sanat faaliyetlerinin, kültürel değerlerimizin, tarihi şahsiyetlerimizin ve Türkçe'mizin yaygınlaştırılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılması için güzel adımlar atıldı.

Bizler de sanatseverler olarak yarınlarımıza umutla bakarken bir yandan da kültürel ve sanatsal değerlerimizi korumalıyız. Kültür ve sanat, devletin ve milletin desteğiyle hak ettiği değeri bulur. Sanatı tekelleştiren zihniyetlere asla geçit vermemeliyiz. Biz ülke olarak ve millet olarak gerçek sanata ve gerçek sanatçılara değer vermeliyiz. Yıllardır tartışılan "kültürel iktidar" konusu da artık en önemli hedeflerimizden biri olmalıdır.

Geçtiğimiz aylarda "patlamış mısır" bahanesiyle sinema salonları ile kâr paylaşımında anlaşamadıkları için ortalığı ayağa kaldıran sözüm ona sinemacılar(!) devletin en üst makamlarında ağırlandı. 2017 yılında İsmail Güneş'in "Kervan 1915" filmini sabote eden sinema salonları için hiçbir devlet yetkilisinden ses çıkmamıştı. Yoksa yeni sinema kanunu sadece 3-5 tane sinemacının hakkını korumak için mi çıkarıldı? Bu tutarsızlığı da dile getirmek gerekiyor.

Türk dizilerinin yurtdışına ihraç edilmesi de övünülecek bir şey değildir. Çünkü o televizyon dizileri bizim kültürümüzü yansıtmıyor. Malumunuz olduğu üzere dizilerin çoğu 120 dakika olarak çekiliyor. Dizilerde evlere ayakkabılarla giriliyor ve dizinin hiçbir anında ezan sesi duyulmuyor. Ramazan ayında bile utanmadan içkili sahneler çekiliyor. Akrabalar arasındaki ensest ilişkileri anlatmak bile istemiyorum. Sizce bu diziler Türkiye'nin yurtdışında nasıl algılanmasına sebep olur?

Ülkemizde bir sanat devrimi şarttır. Ancak bunun için önce zihinsel bir dönüşüm gerekiyor. Sanat devrimi popüler söylemlerle veya ideolojik yaklaşımlarla yapılamaz. Gücünü tarihimizden alan ve milletimizin her ferdine hitap eden bir sanat devrimi yapılmalıdır. Bugünkü imkânlarımızla bizim millet olarak bırakın sanatta devrim yapmayı, sanatta ve edebiyatta destanlar yazmamız gerekiyor.

Sanatçı, kimseye muhtaç olmadan sadece sanatıyla geçimini sağlayabilirse o körelmiş zihniyetler tarumar olur. Yoksa bir devlet memurunun veya bir işçinin haftasonları veya haftaiçi mesai saatleri dışında herhangi bir yerde sahneye çıkması veya tiyatroculuk yapması marifet değildir. Sanata ve edebiyata dair yeteneği olan gençlerin teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Türkiye'yi tanıtacak ve dünyada ses getirecek bütün yapımlara gerekli destek sağlanmalıdır.

Güçlü bir kültür politikası, aynı zamanda güçlü bir dış politika demektir. Sanat, bir devletin en etkili unsurlarından biridir. Vakti zamanında ABD Başkanı'nın merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'a ABD filmlerine Türkiye'de kota konulmaması ve ABD filmlerinin yüzde 75'ten az olmaması için baskı yaptığını hatırlatalım. Hatta şu an Çin Devleti, propaganda faaliyetlerini sinema endüstrisi üzerine yoğunlaştırdı. Çin, ABD'deki 6 büyük yapımcı firmadan birini satın almak için girişimlerini sürdürüyor. Bizimkiler halen "patlamış mısır" tartışmaları yapıyor.

Uzun lafın kısası; Mekke'nin Fethi, Malazgirt Zaferi, İstanbul'un Fethi, Kût'ül Amâre Zaferi, Çanakkale Zaferi, Nene Hatun Destanı ve 15 Temmuz Destanı gibi tarihimizdeki şanlı zaferlerimiz ile ilgili televizyon dizileri ve sinema filmleri çekebilirsek ve bunu bütün dünyaya tanıtabilirsek, işte o zaman gerçekten "hayırlı" bir devrim yapmış oluruz ve sanatta destan yazarız. Eğer biz millet olarak sanatta ve edebiyatta destan yazamazsak yazımın başında bahsettiğim bütün yenilikler gün gelir, heba olur.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.