DANIŞMANIM OLUR MUSUN?



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.12.2020

Eskiler "ben babamdan ileride, evladımdan gerideyim" dermiş. Her dönemin kendine göre belli başlı imkânları vardır. Neticede doğduğumuz anne ve babayı, memleketimizi, mezhebimizi ve cinsiyetimizi biz seçmedik. Allah'ın bize bahşettiği ömrü yine Allah'ın bize tayin ettiği kaderimiz doğrultusunda yaşıyoruz. Nesilleri doğum tarihlerine göre; X kuşağı (1965-1979), Y kuşağı (1980-1999) ve Z kuşağı (2000 ve sonrası) olarak değerlendiriyorlar.

Günümüzde Z kuşağı ile ilgili bir sürü yorum yapılıyor. 2000 yılından önceki nesillere nazaran Z kuşağı çocukları nimetlerin bol olduğu bir dönemde doğdular ve hayatımızı kolaylaştıran teknolojik imkânlarla büyüdüler. Biz çocukken cep telefonu ve internet kullanımı bu kadar yaygın değildi. Uçakla seyahat etmek lükstü, şehirlerarası yolculuk etmek çok meşakkatliydi. Şimdiki imkânlar hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırdı ama ne yazık ki geleneklerimizi unuttuk, kültürümüzü yaşatamadık. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir milleti ayakta tutan en önemli olgu geleneklerine olan bağlılığıdır. X kuşağı yokluk içinde Y kuşağını büyüttü, evlatlarına sevgiyi, saygıyı, vefayı, çileyi yaşayarak ve yaşatarak öğretti. Ancak Y kuşağı "ben çektim, evladım çekmesin" düşüncesiyle varlık içinde büyüttükleri Z kuşağı evlatlarına çileyi, emeği ve vefayı öğretemedi. Gerçekten insani değerlerimizin ve geleneklerimizin önemini bilmeyen gençler var.

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V), "Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez" demiş. (Hadis-i Şerif, Tirmizi, Birr, 33). "Z kuşağı işte, şımarık nesil" diyerek gençleri eleştirmek kolaydır. Burada önemli olan annelerin ve babaların tutumudur. İsviçreli aile hukuku profesörü Gaston Jezz, "Ben Batılı bir aile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye çok bir şey kalmaz" demiş. Evlatlarını "daha iyi" okullarda okutmaya çalışan, "daha güzel" evlerde yaşatmaya çalışan annelerin ve babaların aslında ne kadar yanlış bir tutum içinde olduğunu anlayabiliyor musunuz? Evlatlarına küçükken her istedikleri oyuncağı alınca, her ağladıklarında sanal emzik gibi ellerine telefon veya tablet verince onları mutlu ettiklerini mi zannediyorlar? Evlatları büyüyünce de ceplerine para koyunca, bir ellerine en pahalı telefonu verince, diğer ellerine de son model bir arabanın anahtarını verince annelik ve babalık görevi yerine getirilmiş mi oluyor?

Ben de gençlerin tutarsız hareketlerine ister istemez şahit oluyorum. Gençlerimiz kendi kültüründen bihaber yetişiyor. Plaza diliyle konuşuyorlar ve dijital bir çağda yaşadıkları için emojileri alfabeleri gibi kullanıyorlar. Parantezi açınca üzgün oluyorlar, parantezi kapatınca gülüyorlar. Özgün demiyorlar, orijinal diyorlar. Hoşgörü demiyorlar, tolerans diyorlar. Talih demiyorlar, şans diyorlar. Mevsim demiyorlar, sezon diyorlar. Bizim kendi dilimize özgü kelimeler dururken ithal kelimeleri telaffuz etmekten acayip hoşnut oluyorlar, ağızları şekilden şekilde giriyor, gözleri kamaşıyor. Herhangi bir konuyu derinlemesine araştırmıyorlar, fazla soru da sormuyorlar. Çünkü tek bir dokunuşla birkaç saniye içinde internetten her şeye ulaşabildikleri için bilgiye değer vermiyorlar. Hakikati öğrenmek yerine görsel yansımalara daha çok önem veriyorlar. Kişisel özgürlüklerinden asla taviz vermiyorlar, anında "dokunma" diyorlar.

Haz ve hız çağında doğup büyümüş gençler uzun konuşmaları dinleyemiyorlar, dikkatleri çabuk dağılıyor ve her konuda çeşitli içerikler arıyorlar. Sosyal medyada kimlik bunalımı yaşayan bir sürü genç görürsünüz. Kendisini mutluymuş gibi gösteren, başkalarının mutluluğu ile avunan, aldığı yüksek beğenilere aldanan ama buna rağmen ruhen hiçbir şekilde tatmin olmayan gençler sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? Hal böyle olunca huzuru parada, mutluluğu gayrimenkulde, eğlenceyi tatilde, sosyalleşmeyi sosyal medyada arayan bir nesil çıktı. Japonya'da anaokulu öğrencilerinin öğle yemeklerini kendilerinin yaptığını ve yediğini söylesem inanır mısınız? Bizim ülkemizdeki aileler de "çocuğumuzun özgüveni niye eksik?" diyorlar.

Biz genç nesillere yeni ufuklar açmalıyız, yeni fırsatlar oluşturmalıyız. Bilginin, tecrübenin, eğitimin, kültürün, sanatın, edebiyatın önemi gençlere anlatılamadı. "Oğlum, devir bizim devrimiz, gez, toz, eğlen, dalgana bak" diyen babalar gördüm. "Kızım, ben yaşayamadım(!), sen yaşa(!)" diyen anneler gördüm. Binaların yükseldiğini gören gençler de "harbiden devir bizim devrimizmiş, o zaman eğlenmeye devam edelim" dediler. Eğlenceden başka bir şey düşünemeyen bir nesil zuhur etti. Batı, kanlı tarihi ile övünen ve ahlaksızlığı medeniyet zanneden bir nesil yetiştiriyor. Biz şanlı tarihimizi bilmeyen ve Batı'ya özenen bir nesil yetiştiriyoruz. Kimse kusura bakmasın, gençleri gelişigüzel eleştirmek yerine ailelerin de biraz özeleştiri yapması gerektiğini düşünüyorum.

Gençlere tarihimiz, medeniyetimiz ve geleneklerimiz doğru düzgün anlatılmıyor. Adalet, laboratuvarlarda üretilen bir kavram değildir. Vicdan, alışveriş merkezlerinde parayla satılabilen bir olgu değildir. Cesaret, internetten yüklenen bir duygu değildir. Olgular, bulgular, kavramlar, hasletler... Hepsi birbirine karıştı. Zaten birilerinin de istediği bu değil miydi? Cehaletten kurtulamadık, ferasetin önemini kavrayamadık. Maddiyat düşkünü olduk, maneviyatı çok ama çok küçümsedik.

Eskiden aileler tiyatro, sinema, televizyon ve basın bölümlerinde okumak isteyen çocuklarına karşı çıkardı. "Sigortalı bir işin olsun evladım, bırak şu gâvur mesleklerini" derlerdi, "Müslümandan oyuncu mu olur, filmci mi olur, böyle işler boş işler" derlerdi. Doktorlar, mühendisler, avukatlar, siyasetçiler ve bilim adamları ne kadar önemliyse bu çağda bizim yetiştireceğimiz yönetmenlerin, senaristlerin, yapımcıların ve oyuncuların da büyük önemi var. Gün geldi, bizim de gazetelerimiz, televizyonlarımız ve kültür merkezlerimiz oldu. Atalarımızın "at olur meydan olmaz, meydan olur at olmaz" dediği durumu yaşadık. Ekranlarımızı, kütüphanelerimizi, sayfalarımızı ve sahnelerimizi özgün, zengin ve kaliteli eserlerle dolduramadık.

Geçtiğimiz aylarda yapılan bir araştırmaya göre gençlerin yüzde 76'sı yurtdışında yaşamak istiyormuş. Maalesef gençlerin haklı oldukları durumlar da var. Bugün ünlü sanatçıların, ünlü siyasetçilerin ve ünlü işadamlarının sadece maddi kazanımlarını korumaktan başka bir düşünceleri var mı? Siz tecrübesiz bir insana herhangi bir televizyon dizisinde başrol verirseniz ve bölüm başına astronomik rakamlar öderseniz gençleri eğitimin ve çalışmanın önemine inandıramazsınız. Hele ki, yaşıtları olan 20'li yaşlarındaki tecrübesiz gençleri devlet kurumlarında danışman yaparsanız sözünüze de itibar edilmez.

Yazarlar konferansçılık, yayınevleri fuarcılık, siyasetçiler makamcılık, işadamları borsacılık, gazeteciler gündemcilik oynamaya başlayınca gençlere de "danışmancılık" oynamak kaldı. Varlık içinde doğup büyüyen, yokluğun ne olduğunu bilmeyen, her istediği anında olan bir genç düşünün. Üniversiteyi bitirdikten sonra sonu "S" ile biten bir sürü sınava girmektense işin kolayına kaçıyorlar. Birkaç slogan öğreniyorlar, ünlü siyasetçilerle selfie çekinip sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar, dış görünüşlerine yatırım yapıyorlar, kafeteryalarda nargile içerek kendi aralarında kallavi sohbetler ediyorlar. Böylece bizler de birçok kamu kuruluşunda 20'lik danışmanlar görüyoruz. "En popüler meslekler" araştırması falan yapmanıza gerek yok. Allah sizi inandırsın, gençler danışman olmak için can atıyorlar. "Danışmanım olur musun?" önerisini duymaktan çok hoşlanıyorlar.

Yıllar önce "siyaseti gençleştireceğiz" diye bir söz söylediler. Ondan sonra ortaya 20'lik danışmanlar çıktı ve o makamlar çoluğun çocuğun oyuncağı oldu. Siyaseti gençleştirmek yerine keşke sanatı gençleştirselerdi... Ben o gençlerin kamu spotu yerine kısa filmler çekmelerini, fuarcılık yerine kültürel etkinlikler düzenlemelerini, edebiyat antolojileri hazırlamalarını, tarihi şahsiyetlerin hayatlarını araştırmalarını, üniversitelerde proje ödevi olarak kısa süreli diziler çekmelerini ve o dizilerin de ulusal televizyon kanallarında yayınlanmasını isterdim.

Türkiye'de "yerli ve milli" olduğunu iddia eden televizyon kanallarına, üniversitelere ve yerel yönetimlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Mesela üniversitelerin tiyatro, radyo, sinema ve televizyon bölümlerinde okuyan öğrenciler her hafta 10 dakikalık diziler çekemez mi? Bunun için televizyon kanalları ile üniversiteler arasında bir protokol anlaşması yapılabilir. Haftalık bölüm ücreti de size belki komik gelecek ama 1.000 TL olsun. Bakın, o 10 dakikalık dizilerle 135 dakikalık dizilere meydan okursunuz. O gencecik öğrenciler böyle bir çalışma sayesinde hem tecrübe kazanırlar, hem harçlık mahiyetinde para kazanırlar, hem de özgüven kazanırlar. Yerel yönetimler yönettikleri şehirlerdeki güzel sanatlar lisesi ve güzel sanatlar fakültelerine giderek, "gençler, kültür merkezlerimizin sahneleri sizin, siyasi ve müstehcen içerikler hariç istediğiniz gibi oyunlar yazın, özgün el sanatları eserleri hazırlayın ve bunların hepsini kültür merkezlerimizde sergileyin" diyecekler. Sahnelenen oyunlar ve sergiler biletli olsun, hatta bilet ücreti de kişi başı 5 TL olsun, ne kaybedersiniz? Bir şey kaybetmezsiniz, aksine sanata ilgisi olan gençleri kazanırsınız. Gençleri kazanırsanız, geleceği kazanırsınız.

Küresel güçler dünyayı yepyeni bir geleceğe hazırlıyor. Salgın hastalık süreci bunun bir başlangıcıydı. Milyonlarca insanın ölmesini umdular ama Allah'ın da bir hesabı olduğunu unuttular. 2020 yılından sonra haşa, kulun Allah ile yarışını, Müslümanların nefsi ile savaşını izleyeceğiz. İsterseniz film izler gibi izleyin, isterseniz kitap okur gibi okuyun. Eğer yaşıyorsanız bütün bu gelişmelere yakından şahit olacağınızı unutmayın. Dünya çapında tüm hızıyla devam eden kültürel kuşatmaya karşı gençlerimize ilimde, medyada, sanatta ve edebiyatta yeni alanlar açamazsak gençlerimiz de küresel medyanın oyuncağı olmaya devam edecektir. Özellikle popüler sosyal medya uygulamalarının gençlerin zihninde meydana getirdiği tahribatı hepimiz biliyoruz.

Yazımı naçizane benim de duygularıma tercüman olan Hazreti Ali'nin bir sözüyle bitirmek istiyorum.

Hazreti Ali (K.V.), "Gençliği anlamaz hale gelmişseniz, dünyadaki işiniz bitmiş demektir".


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.