ÇAĞIMIZ YOZLAŞTIKÇA SANATIMIZ DA YOZLAŞIYOR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 02.11.2018

İnsanoğlu dünyada varolduğundan bu yana birçok çağ geçti. Çağlar, Tarih Öncesi Çağlar ve Tarih Sonrası Çağlar olarak ikiye ayrılıyor. Kaba Taş Devri, Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Bakır Devri, Tunç Devri, Demir Devri... Tunç Devri'nde iken M.Ö. 3200 yılında yazı bulundu ve tarih yazı ile başladı. Tarihin yazı ile başlaması edebiyat ve sanat için de bir dönüm noktasıdır.

Tarihten sonraki çağlar ise İlk çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ ve Yakın Çağ'dır. Yazının M.Ö. 3200 yılında bulunmasıyla başlayan ve M.S. 395 yılındaki Kavimler Göçü'ne kadar süren döneme "İlk Çağ" deniliyor. Kavimler Göçü, M.S. 350-800 yılları arasında Asya'dan Avrupa'ya doğru yapılan büyük insan göçüdür. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in yaşadığı yılları (571-632) kapsayan döneme de "Asr-ı Saadet" deniliyor. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in de 622 yılındaki hicretiyle insanlığa bildirmiş olduğu evrensel değerler bir karakter kazanarak Mekke'nin dışına taşmış ve sonrasında bütün dünyaya yayılmıştır. Böylece eski çağların putperest inancı değişmiş ve insanlık tarihinde yepyeni bir süreç başlamıştır.

395 yılından 1453 yılına kadar süren döneme "Orta Çağ" deniliyor. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethederek Orta Çağ'ı kapatıp Yeni Çağ'ı başlattı. Matbaa, kâğıt, pusula ve coğrafi keşifler ile uluslararası ticaret ve sömürgecilik başladı. Sınıf farklılıkları Orta Çağ'a göre azalsa da Fransız İhtilali'ni de tetikleyen burjuvalar önplana çıktı. 1789 yılında Fransız İhtilali yaşandı. Yeni Çağ sona erdi, Yakın Çağ başladı. Avrupa'da rönesans ve reform hareketleri hız kazandı. Milliyetçilik akımı başladı ve dünyanın birçok yerinde ulus devletler kuruldu. Sanayi Devrimi ile işçi sınıfı ortaya çıktı. Daha sonra liberalizm, kapitalizm ve sosyalizm bütün dünyaya yayıldı. Demokrasi ve insan hakları adına büyük katliamlar yapıldı. Laik toplum düzeni bahane edilerek İslamiyet'i karalamak için büyük planlar hazırlandı.

Osmanlı Devleti yıkıldı, Cumhuriyet kuruldu. Doğu'dan koptuk, tamamen Batı'ya yöneldik. Bu çağda Türklerin ve Müslümanların yaşadıkları ıstırabın sebepleri bunlardır. Lafa gelince "Elhamdülillah Müslümanız, EvvelAllah Türküz" demeyi biliyoruz. Şanlı tarihimizi ve kadim medeniyetimizi teorik olarak biliyoruz, derinlemesine araştırmıyoruz ve tarihimizden bihaber yaşıyoruz.

Hangi çağda yaşadığınızı hiç merak ettiniz mi? Yakın tarihinizi araştırdınız mı? Yaşam biçiminizi ve alışkanlıklarınızı sorguladığınız zamanlar oldu mu? Toplumsal olaylara karşı herhangi bir duyarlılığınız var mı? Aslında bu soruların cevapları soruların içindeydi. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, Müslümanlar merak etmeye, araştırmaya, sorgulamaya ve duyarlılık göstermeye gerek bile duymuyor. Çünkü biz Cumhuriyet'in ilanından sonra tamamen Batı'ya entegre olduk. Batı'nın bize sunduğu teknolojiyi, kültürü ve sanatı benimsedik.

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim'deki Şûra Suresi'nin 20. ayetinde şöyle buyurmaktadır, "Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur". Batı, bilimde ve sanatta çağ atladı, biz Müslümanlar ise dünyalık peşinde koştuk. Allah, rızkı istediğine, ilmi isteyene verdi. Batılı ülkeler İbn-i Sina, İbn-i Haldun, İbn-i Rüşd, İmam-ı Gazzâlî, Birûnî ve Farabî gibi İslam âlimlerinden öğrendikleri ilimi önce bize unutturdular. Şimdi ise öğrendikleri ilimlerle bize farklı şekillerde saldırıyorlar. Biz ne zaman ki, ilimden, sanattan, edebiyattan uzaklaştık, o zaman felaketler ve katliamlar artmaya başladı.

Biz "ümmet" olma bilincimizi yitirdik. Batılı ülkeler dünyanın her yerinde hükümranlık taslıyor. Teknolojik ürünler, kitle iletişim araçları, ulaşım vasıtaları ve bunun gibi birçok alanda Batı'nın hükmü sürüyor. Edebiyatta, sanatta ve bilimde de aynı durum geçerlidir. Batılı ülkelerin küresel faaliyetlerini demokrasi, barış, kardeşlik ve insan hakları adına yaptığını zannetmeyin. Batı'nın ilkeleri yoktur, çıkarları vardır. Çıkarları uğruna dünyanın her yerinde sistematik saldırılar, katliamlar ve zulümler yapmaya devam edeceklerdir. Eğer biz "ümmet" bilinciyle hareket edersek Batı'nın hayâsızca akını biter ve o zaman yepyeni bir çağ açarız.

"Hangi çağda yaşıyoruz be kardeşim?" sorusunu birçok tartışmada duymuşsunuzdur. Böyle bir soruyu sürekli telaffuz etmemize rağmen bu çağda olanlara alıştık. Adeta görmemezlikten geliyoruz. Suç oranı arttı, boşanmalar arttı. Aile içi şiddet, trafikte şiddet, kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvana şiddet, tecavüz, cinayet, dolandırıcılık, kumar, fuhuş, uyuşturucu kullanımı, hırsızlık... Kısacası her türlü ahlaksızlık sıradan haberler haline geldi. İnsan mı çağa ayak uydurmalı, çağ mı insana ayak uydurmalı? Yani çağa ayak uydurunca "çağdaş" mı olacağız? Çağa ayak uydurmayınca "çağdışı" mı olacağız? Fakat "çağın gereksinimleri" diyerek bütün bu ahlaksızlıkları örtbas edemeyiz.

Mesela nesiller arasında bile çağ farkı var. Nesilleri doğum tarihlerine göre; X nesli (1965-1979), Y nesli (1980-1999) ve Z nesli (2000 ve sonrası) olarak değerlendiriyorlar. X nesli; kurallara uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren bir kuşak olarak biliniyor. Y nesli; bağımsız olmayı seven, özgürlüklerine düşkün ve iş yaşamlarında da farklı olmaya çalışan bir kuşak olarak biliniyor. Z nesli ise interneti ve mobil teknolojileri kullanmayı çok seviyor. Akıllı telefonlar veya tablet bilgisayarlar ile her alanda aktif olmaya çalışıyorlar. Özellikle internet aracığıyla sosyalleşmeyi tercih ediyorlar. Diğer nesillerden farklı olarak, internet ve teknoloji ile doğdukları için oyuncak yerine tabletlerle oynuyorlar ve teknoloji ile birlikte büyüyorlar. Bu yüzden Z nesli her şeyi çabuk tüketen bir nesildir.

Şu anda yaşadığımız çağı birçok kişi "bilgi çağı" veya "teknoloji çağı" olarak nitelendiriyor. Güya teknoloji hayatımızı kolaylaştıracaktı. İnternet bizi dünyanın her yerine ulaştıracaktı. "Bilgi çağı" ve "teknoloji çağı" diye resmen ayakta uyutulduk. Bakın, son dönemlerde ortaya çıkan ilginç hastalıkları ve bağımlılıkları fark etmekte bile güçlük çekiyoruz. Çağımızın hastalıkları derken bedeni hastalıkları değil, ruhsal hastalıkları ve bağımlılıkları kastediyorum.

Günümüzde geç fark edilen ruhsal hastalıklardan ve bağımlılıklardan bazı örnekler vermek istiyorum. Depresyon (ruhsal çöküntü), narsisizm (kişinin kendine tapması), lüksoreksia (lüks hastalığı), hedonizm (hazcılık), agnostisizm (bilinemezcilik), plagomani (şarj bağımlılığı), nomofobi (telefon bağımlılığı), onlinekolizm (internet bağımlılığı), anoreksiya (şişmanlama korkusu), prokrastinasyon (erteleme hastalığı), burnout (tükenmişlik sendromu), imposter (sahtekâr sendromu), geçmeyen mutsuzluk sendromu ve sosyal medya bağımlılığı...

Bunların arasında sosyal medya bağımlılığına özellikle değinmek istiyorum. Sosyal medya bağımlığının sadece çocuklara ve gençlere değil, yediden yetmişe herkese zarar veren bir bağımlılık haline geldiğini görüyoruz. İnternette çok fazla zaman geçirmenin, sosyal medya, telefon ve tablet bağımlılığının kişiyi yalnızlaştırarak intihara bir adım daha yaklaştırdığı belirtiliyor. Çünkü sosyal medya bağımlılığı insanların beynini gereksiz bilgilerle dolduruyor. Yan etkileri; güvensizlik, siber zorbalık, asosyallik, yorgunluk ve stres, dikkat dağınıklığı ve duygu durumunu gizleme... İster inanın, ister inanmayın. Artık sosyal medya platformları eğlence aracı olmaktan çıktı ve dev ekonomik platformlara dönüştü. Hepimizi sosyal medya bağımlısı yaparak köleleştirdiler. Sosyal medya platformlarını yöneten şirketler hem para kazanıp dünyanın en zengin markaları oldu, hem de dünyada tekelleştiler.

Yakın zamanda yapay zekâ çalışmalarının bir ürünü olan "sanal gerçeklik" ve "arttırılmış gerçeklik" bütün dünyayı kuşatacak. Hayatımızda çok enteresan pencereler açacak olan "sanal gerçeklik gözlükleri" sayesinde dünyada hiç göremediğiniz ve gidemediğiniz yerlere bir gözlük takarak ulaşabileceksiniz. İnsanların sanal evrenleri olacak. Gerçek hayat çok sıkıcı, çok sıradan ve çok heyecansız gelecek. Mesela uçabileceksiniz, hep istediğiniz bedende olabileceksiniz veya kaybettiğiniz yakınlarınızla sanal bir evrenin içerisinde buluşabileceksiniz.

Bu teknoloji furyası maalesef insan emeğine verilen değeri azalttığı gibi, kültürümüze, sanatımıza ve edebiyatımıza da büyük zararlar verdi. Böyle bir çağda bilime, sanata, edebiyata ve eğitime gönül veren insanları anlayabilmek gittikçe zorlaşıyor. Çünkü biz kendi değerlerimize yabancılaştık. Erdemli olmak, erdemli yaşamak ve erdemli kalmak çok zorlaştı. Kul hakkı yememeyi, haksızlığa karşı direnmeyi, kötülüğe karşı gelmeyi, güçsüzün yanında olmayı, makam ve mevkiye tamah etmemeyi unuttuk. Kutsal gördüğümüz dini ve milli değerlerimizin içi hızla boşaltıldı. Değer yargılarımız alt-üst oldu.

Dünya genelinde neredeyse her gün kutlanan sembolik kutlamalar hiç dikkatinizi çekti mi? İnsani değerlerimizi insaniyet nâmına değersizleştiren günler... Dünya Sigarayı Bırakma Günü, Dünya Kadınlar Günü, Dünya Tüketiciler Günü, Dünya Mimarlar Günü, Dünya Dans Günü, Dünya Aile Günü, Dünya Çevre Günü, Dünya Kaynanalar Günü, Dünya Hukukçular Günü, Dünya İnsan Hakları Günü... Bu özel günlerin sayısı o kadar çok ki, ben bazılarını yazdım. Mesela 14 Şubat Sevgililer Günü'nün ne anlama geldiğini sizlerle paylaşmak isterim. Valentine isimli bir papazın zina eden gençlere sahip çıkması sebebiyle devlet tarafından öldürüldüğü tarih olan 14 Şubat, Sevgililer Günü (Valentine Day) olarak kutlanmaktadır. Yani 14 Şubat, sevginin günü değildir, zina eden gençlere sahip çıkan bir papazın öldüğü gündür.

Son zamanlarda sıkça karşılaştığımız sosyal medyadaki tuhaf akımlar ise gerçekten ibretlik bir manzaradır. Bir anda ortaya çıkan bu akımlar büyük kitleleri anlam verilemeyecek bir şekilde peşinden sürüklüyor. Selfie (özçekim) zaten başlı başına bir akım oldu. Ölümüne "selfie" çekinenler var. Yüksek yerlerde selfie çekinirken düşerek veya elektrik akımına kapılarak ölen insanlar geçen ay haberlere bile konu olmuştu. 2012 yılından bu yana 260 kişi selfie çekerken hayatını kaybetmiş. Geçtiğimiz yıllarda ALS hastaları için insanları bağış yapmaya teşvik etmek adına, insanların birbirine meydan okuyarak kafalarından aşağıya buzlu su döktürdüklerine şahit olduk. Buna benzer akımlar geçmiş yıllarda olduğu gibi yine akıl almaz bir şekilde yayılıyor. Mesela hareket halindeki bir araçtan inip dans eden ve bunu videoya çekerek sosyal medyada paylaşanları görüyoruz. Bir de zenginlerin yeni akımı çıktı. İnsanlar özel bir jetten veya lüks bir otomobilden düşmüş gibi poz veriyor ve bu fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyorlar. Bunları ne yazık ki Türkiye'de de yapan "ünlü" sanatçılar var. Ne diyelim, Allah bu akımlara kapılanlara "akıl" ve "şuur" versin.

Küreselleşmenin getirdiği sorunlar, maddiyat ile imtihan olan insanların yaşadıkları zihinsel dönüşüm ve küresel hegemonyanın yeni nesiller üzerindeki etkisi üst üste geldi. Biz şu anda böyle bir çağda yaşıyoruz ve ağır bir imtihandan geçiyoruz. Uzun lafın kısası, bize "Asr-ı Saadet" şuuru ve "Fetih" ruhu lazım... Çağımızı yozlaştıran ve çıkarları uğruna bütün değerlerimizi yok etmeye çalışan küresel güçlere ancak böyle meydan okuyabiliriz.

Bu yazımda sanata ve edebiyata dair bir şeyler yazmak istedim ama yaşadığımız çağı düşününce halimizin pek de iç açıcı olmadığını anladım. Mesela bir sanatçının ruh halini düşünün. Böyle bir çağda yaşayan ve sanatıyla hayatını idame ettirmeye çalışan asil sanatçılar, şöhretin girdabına bulaşmadan ve çağın yozlaşmışlığına kapılmadan nasıl eser üretebilir? Sanata ve sanatçıya verilen değer asla değişmiyor. Kültürümüz unutturuldu, sanatımız "sanat" olmaktan çıktı. Eğer sanatın ve edebiyatın altın çağını yaşadığını düşünüyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz. Çağımız yozlaştıkça sanatımız da yozlaşıyor. Umarım, sanatta ve edebiyatta yeni destanlar yazarak yeni çığırlar açarız ve çağ atlarız.

Ben de yazımı merhum Ömer Lütfi Mete'nin "Olmaz Olsun" şiirinin ilk kıtası ile bitirmek istiyorum. 18 Kasım 2009 tarihinde aramızda ayrılan merhum şair, yazar ve senarist Ömer Lütfi Mete'yi de vefatının 9. yılında rahmetle ve minnetle anıyorum.

"Gidene söven,
Geleni öven,
Garibi döven,
Güçlüyü seven,
Bu çağın düzeni,
Ah bu çağın düzeni,
Olmaz olsun,
Alçağın düzeni!"
Ömer Lütfi Mete


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.