BU İŞTE BİR KASIT VAR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 04.08.2021

Birisi size "sen ne iş yapıyorsun?" diye sorduğu zaman vereceğiniz yanıt yaptığınız iş kadar önemlidir. Eğer yaptığınız işi anlatabilecek kadar donanım sahibiyseniz insanların aklında yer edinirsiniz. İnsanlar çoğu zaman başarılarını, hatıralarını veya dertlerini anlatmak isteyebilir. İranlı mutasavvıf Şems-i Tebrîzî, "Derdini sade anlatan adam dertlidir. Güzel anlatan edebiyatçı, haliyle anlatan âşık, tebessümüyle örten âriftir" demiş.

İletişim mecralarının sayısı her geçen gün artsa da "iletişimsizlik" had safhaya çıktı. Sanal ortamda "bilgi deryası" gibi görülen içerikleri araştırdığınız zaman karşınıza koskocaman bir "bilgi çöplüğü" çıkıyor. Bir şeyin çok konuşulması, çok izlenmesi, çok takip edilmesi o şeyin çok önemli olduğu anlamına gelmez. İletişim mecralarının bize sunduğu imkânları kültürel ve sanatsal açıdan değerlendiremedik. Çağın hızına uygun haberler, belgeseller, programlar ve filmler yapılmadı. Televizyonlar bile küfrün normalleştiği mecralar oldu.

Ülkemizde son yıllarda büyük yatırımlara imza atıldı. Bundan 50 yıl önce yapılması gereken yollar, köprüler, barajlar, konutlar, okullar ve hastaneler bu dönemde yapıldı. Bunların da ötesinde ilk yerli helikopter motoru üretimi, ilk lityum karbonat üretimi, ilk ihracat treni, ilk yerli plazma (kan ürünleri) üretimi, ilk yerli radyasyon ölçer, insansız hava aracı, insansız kara aracı, insansız savaş uçağı gibi devasa projeler hayata geçirildi. Bunlar ülkemizde ekonomik, sosyal ve siyasi problemler olmadığı anlamına gelmiyor. Maalesef başarılı projeler medyada doğru düzgün anlatılmıyor ve yersiz tartışmaların gölgesinde kaldığı için unutulup gidiyor. İnsanlara doğrular anlatılmadıkça, birileri yalanları öyle bir anlatıyor ki, insanların kafası allak bullak oluyor.

Herkesi memnun edemezsiniz ama herkesi memnun etmeye "çalışmak" bir başarı çıtasıdır. Son zamanlarda anlı şanlı köşe yazarlarından ilginç özeleştiriler gelmeye başladı. Arada bir gündemdeki konulardan sıyrılıp çeşitli konularda eleştiri yapıyorlar. Buna rağmen eskimiş ve klişeleşmiş iletişim yöntemiyle yine kendimizi kandırıyoruz ve kafamızı kuma gömüyoruz. Bakın, "yaptık, oldu" demekle olmuyor.

Bu konuları konuşurken nedense bazı detayları ıskalıyoruz. "Anlatılmıyor" veya "anlatılamıyor" demek sizce yeterli mi? "Ne yaptınız ki, memlekete bir tane faydanız dokundu mu?" diyen insanların tepkisini neden anlamak istemiyoruz? Açık konuşayım; memleketimiz için eğitimden sağlığa, ulaşımdan sanayiye kadar hayata geçirilen ve yapımı devam eden bütün önemli hizmetler kasıtlı olarak medyada anlattırılmıyor. Bizzat yakından şahit olduğum için gönül rahatlığıyla söylüyorum. Devlet kurumlarında basının b'sini bilmeyen basın müşavirleri, kültürün k'sini bilmeyen kültür müdürleri gördüm. Şu anda kamu kuruluşlarında ve medya kuruluşlarında tuhaf bir mekanizma var. Ülkemiz için gecesini gündüzüne katan, herkesi memnun etmek için canla başla mücadele eden insanlara karşı halkı küfrettirmek için öyle bir çalışıyorlar ki, aklınız hayaliniz durur.

İmkânlar arttıkça rehavete kapılan insanların rakamlarla avunduğunu bariz bir şekilde görüyorum. Bakıyorum, birileri kameralar önünde ahkâm kesmeye, kürsülerde laf kalabalığı yapmaya, sosyal medyada caka satmaya bayılıyor. İzlenme, okunma ve tıklanma oranlarına fazla aldanmamalıyız. Ciddiye alınma oranımız nedir, ona dikkat etmeliyiz. Benim köşe yazılarımı bile kaç kişinin okuduğu önemli değil, kaç kişinin anladığı benim için önemlidir. Bugün herhangi bir resmi kurumda görev yapan basın müşaviri "biz zaten bütün gazetelerde ve televizyonlarda söz sahibiyiz, sizin özel haber yapmanıza gerek yok ki" diyorsa gerisini siz düşünün.

Kamu kurumlarının basın müşavirleri devletin resmi haber ajansına gönderdikleri haber metinlerinin aynı manşetle ve içerikle bütün gazetelerde klasik bir "bülten" gibi yayınlatılmasından büyük mutluluk duyuyorlar. Gazetelere "matbaa", televizyonlara "projeksiyon cihazı" gibi bakıyorlar. Peki, medyaya böyle bakan bir zihniyet sizce sanatta başarılı olabilir mi? Onu da anlatayım; eğitime, sanata ve edebiyata halen önem verilmiyor. Fazla ısrar edemiyorsunuz, "kim uğraşacak şimdi?" diyorlar. Biraz daha zorlasanız "yahu sanat zaten günah" diyorlar. Diyelim ki, tarihi bir şahsiyetin hayatını sinema filmi olarak çekmeye karar verdiler. Bu sefer de daha düne kadar değerlerimize küfreden ve hakaret eden bir insanı getirip başrolde oynatıyorlar.

Medyada ve bürokraside "meslek aşkı" gitmiş, "menfaat aşkı" gelmiş. Dışarıdan baktığınız zaman bir tarafta yapmadığı hizmetleri anlatan, diğer tarafta ise yaptığı hizmetleri anlatamayan insanların gazetelerde, televizyonlarda ve kürsülerde saçma sapan tartışmalarını görürsünüz. İçeriden bakan biri olarak söylüyorum; ülkemizin başarıları, kültürel zenginliği, tarihi değerleri, güzide şahsiyetleri kasıtlı olarak anlattırılmıyor. Gönül bağı (beklentisiz destek) ile göbek bağı (menfaat ilişkisi) arasındaki farkı ne zaman idrak edeceğiz acaba?


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.