BİR HAKİKAT KRİZİ YAŞIYORUZ!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.12.2019

Düşünmek, sorgulamak, eleştirmek, tartışmak ve hakikati bulmak... Bilgeliğe ve bilgiye değer vermek... Bilgiyi önemsemek, hatta en değerli şey olarak görmek... Bilgi hakikat ise bilgelik sevgisi de hikmetin ta kendisidir. Ben bu anlamda felsefeyi her zaman bir hakikat arayışı olarak görmüşümdür. Aristo, Platon, Sokrates, Konfüçyüs, Descartes, El-Kindi, Kâtip Çelebi, Feridüddin Attar, Sühreverdi, İbn Arabi, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi felsefe ile ilgilenen bütün filozoflar aslında hakikatin peşinde koşmuşlardır.

İnsan, evrenin bir parçasıdır ve bu yüzden her zaman yaşamın anlamını sorgular. Bunun için insanın kendini bilmesi, hayatın bir parçası olduğunu kavraması ve yeteneklerinin farkına varması gerekir. İnsanın kendinden yola çıkarak yaşamı sorgulaması, yaşamını sürdürebilmek için gerekli bilgileri öğrenmeye çalışması, aynı zamanda felsefeyle ilgilenmesini de gerektirecektir.

Felsefe başlı başına bir dünya görüşüdür ve yaşama bakış açısıdır. Yerli malı kullanmak ve markasız kıyafet tercih etmemek bile basit anlamda bir felsefe içerir. Hatta ulusal bağımsızlık, siyasi görüş, medya ve gazete tercihleri, dini inançlar bile yaşama ve evrene ilişkin bir tavırdır. Dolayısıyla felsefi düşünceler dünyanın her yerinde büyük farklılıklar gösterebiliyor. Dünya genelindeki felsefi akımlar Hindistan'da "bireysel", Çin'de "toplumsal", Batı'da "küresel", Ortadoğu'da ise "inanç" eksenli gelişmiştir. Felsefi eserler düşünce dünyamızı zenginleştirebilir ve bizler de o fikirlerin üzerine kendi fikirlerimizi inşa edebiliriz.

Filozoflar her şeyi sorgulayabilir. Sadece soru sormakla yetinmezler. Eleştiren ve sorgulayan bir bakış açısıyla bu sorulara yanıtlar ararlar. Bunları yaparken de her türlü eleştiriyi ve yargıyı göze alabilecek kadar dirayetli olurlar. Muhalif söylemlere karşı bile mantıklı bir yanıtları olur. Bu yüzden filozoflar büyük sorumluluk taşırlar. Çünkü onlar hislerinden ziyade düşünceleriyle hareket ederler.

Bilim, ahlak, aile, dil, din, sanat, siyaset... Bu alanlarda artık felsefi bir derinlik göremiyoruz. Bizi "biz" yapan insani değerlerimizi unuttuğumuz için edep, ahlak ve emek kavramları yerle bir ediliyor. Ahlaksız, edepsiz ve terbiyesiz insanlara daha çok değer veriliyor. Bunları yazarken bile kendimden utanıyorum. Bize ait ne varsa aşağılanıyor ve alay konusu ediliyor. Her konuda ikiye bölünüyoruz. Yandaş mısın, muhalif misin? Şucu musun, bucu musun? Bugün övdükleri insana ertesi gün söven, ertesi gün sövdükleri insana da bir zaman sonra tekrar övgüler düzen bir güruh oluştu. Toplumsal hafızamız maalesef böyle çalışıyor. Bu marazi ruh haliyle bir adım bile ileriye gidebilir miyiz?

Son zamanlarda insanların inandıkları başka, söyledikleri başka, yaptıkları başka olmaya başladı. Eylem ve söylem arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor. Hatta insanlar bunu kabullenmeye başladı. Siz buna isterseniz "toplum mühendisliği" veya "algı operasyonu" da diyebilirsiniz. İnsanlar zihinsel karışıklıklar yaşadığı için imtiyazları haklarla, tarafsızlığı öznellikle, istemeyi ihtiyaç duymakla, fiyatı değerle, zenginliği başarıyla karıştırıyor. Çünkü kavramlar üzerine fazla eğilmeyen toplumların felsefe geleneği zayıf kalır. Daha doğrusu Hazreti Ömer'in de dediği gibi "İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız". Dolayısıyla günümüzde yaşadığımız en büyük krizlerden biri de hakikat krizidir. Ekonomik kriz atlatılır. Peki, hakikat krizi nasıl atlatılacak?

Farkında mısınız, her yerde "kuru gürültü" yapılıyor. Ekranlarda, meydanlarda ve özellikle sosyal medyada herkes birbirine "laf sokma" yarışı yapıyor. Yarış demişken bilgi yarışmalarına da değinelim. Bilgi yarışmalarında bilgi katliamı yaşanıyor. Bilhassa üniversite öğrencilerinin atasözlerimiz, deyimlerimiz ve tekerlemelerimiz gibi milli değerlerimizi hatırlatan sorularda yanlış cevaplar vermesi gerçekten büyük bir garabettir. "Genel kültür" yerine "popüler kültür" gelince demek ki böyle oluyormuş.

Bu yıl televizyonda yayınlanan yarışma programlarında şahit olduğumuz iki tane olayı sizlere de hatırlatmak istiyorum. Gazetecilik bölümünde okuyan 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisi katıldığı bir bilgi yarışmasında "Cumhuriyet ilan edildiğinde Atatürk kaç yaşındaydı?" sorusuna bir türlü doğru cevabı (1881-1923) söyleyemedi ve 2 joker hakkını kullanarak doğru cevabı buldu. Başka bir televizyon programında ise "1. Dünya Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı heykeli dikilen bir Türk askeridir?" sorusuna verilen cevaplar sosyal medyada sert eleştirilere maruz kaldı. İki kelimelik cevabı olan soru için ekranda sadece ( . E . İ . . N . . Ş . ) E, İ, N ve Ş harfleri vardı. Bu harflerden yola çıkarak doğru cevabı bulmaya çalışan yarışmacılar "Şehit Onbaşı" , "Behiç Onbaşı" , "Necip Onbaşı" , "Metin Onbaşı" , "Bekir Onbaşı" ve "Selim Onbaşı" gibi olmadık isimler söylediler. Programın sunucusu "Çok önemli bir değerimiz. Özellikle Çanakkale'ye gittiğimizde heykelini görürüz" demesine rağmen 2 dakika boyunca 4 yarışmacı saçma sapan cevaplar vererek Seyit Onbaşı'nın kemiklerini sızlattılar. Güler misiniz, ağlanacak halimize? Utanır mısınız, başkalarının adına?

Felsefe ve bilgelik demişken Batı'da ortaya çıkan ve bütün dünyaya yayılan felsefi akımlardan da bahsetmek istiyorum. Hani şu sonu izm'le biten akımlar... Mesela "fatalizm", kadercilik olarak biliniyor. Bana "nasipten öte köy yok" atasözünü hatırlatıyor. Maddecilik diye tabir edilen "materyalizm" var. Atalarımız boşu boşuna "mal canın yongasıdır" dememiş. Faydacılık diye bilinen "pragmatizm", size de Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır" hadis-i şerifini hatırlatmıyor mu? İnsan sevgisini ifade eden "hümanizm", Şeyh Edebâli'nin "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" sözüne ne kadar da çok benziyor? Doğalcılık diye bilinen "natüralizm", Mevlana'nın "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" sözünü hatırlatmıyor mu? Akılcılık dedikleri "rasyonalizm", Kuran-ı Kerim'de "akletmez misiniz?" ibaresi geçen ayetleri hatırlatıyor. Yüce Allah, Mü'minûn Suresi'nin 80. ayetinde "Dirilten ve öldüren O'dur. Geceyle gündüzün peşi sıra gelmeleri O'nun işidir. Akletmez misiniz?" diye buyuruyor.

Her fırsatta hümanist, pragmatist, fatalist, rasyonalist veya materyalist olduğunu söyleyenleri garipsiyorum. Lafa gelince "benden aldığını bana satma" demesini biliyoruz. Buna rağmen Batı kompleksinden bir türlü kurtulamıyoruz. Batılı ülkeler bizden öğrendikleri her şeye farklı ve art niyetli bir anlam katarak ürettikleri iğrenç fikirlerini resmen bilinçaltımıza yerleştirmişler. Siz de araştırırsanız bütün izm'lerin temelinde mutlaka bir ayet-i kerime, bir hadis-i şerif, bir atasözü, bir deyim veya tarihi şahsiyetlerimizin özdeyişlerini bulursunuz. Komünizmin köküne inin, karşınıza "ümmetçilik" çıkar. Emperyalizmi irdeleyin, karşınıza "cihat" çıkar.

Küresel güçler istedikleri kadar uğraşsınlar, hakikati değiştiremezler. Çünkü hakikat er ya da geç ortaya çıkar. "Batı Medeniyeti" artık çöktü. Bundan ibret almamız gerekiyor. "Batı'dan bir farkımız kalmadı" demek istemiyorum. "Batı'dan bir farkımız olmalı" demek istiyorum. Bizim görevimiz amigoluk veya taraftarlık yapmak değildir. Bugüne dek "-izm" adı altında maruz kaldığımız ideolojiler ve kehanetler bir gaflet vesilesi olmakla birlikte aynı zamanda bir hakikatin kırıntılarını da içinde taşıyor. Toplum olarak içinde bulunduğumuz kimlik bunalımından bir an önce kurtulmalıyız. Bunun için de hakkaniyetten ve hakikatten yana olmalıyız.

Biz adeta aklımızı, bilincimizi ve sağduyumuzu yitirmişiz. Şuur yok, izan yok, mukayese yok, muvazene yok, muhakeme yok. Görmüyoruz, duymuyoruz ve hissetmiyoruz. Aileler parçalanıyor, intiharlar artıyor, gençlerimizin beyni zehirleniyor. Bunlar kimin umurunda? Artık fikirlerin de bir önemi kalmadı. Bizim hakikatten yana olan fikirlere ihtiyacımız var. Yaşadığımız her andan sorumluyuz ve tarih dediğimiz olgu taraftarlık yapmamız için değil, ibret almamız için orada duruyor. Her anımızdan sorumlu olduğumuz için fitneye ve fesada mahal vermek yerine kendimiz, ailemiz ve ülkemiz için güzel şeyler yapmalıyız. "Gündem" adı altında ipe sapa gelmeyen konuları günlerce kendi aramızda tartışıyoruz ve bir müddet sonra unutuyoruz. Yakın zamanda yapılan "damacana" ve "mektup" tartışmalarını hatırladınız mı?

Bu yazdıklarım bir şikâyet veya bir kehanet değildir. İçinde bulunduğumuz durumu tüm gerçekliğiyle yazıyorum, felaket tellallığı yapmıyorum. Bizi "biz" yapan tüm değerler; medya kuruluşları, kamu kuruluşları, yasalar, eğitim kurumları, sivil toplum kurumları ve sermaye vasıtasıyla doğrudan ve dolaylı bir şekilde adeta berhava ediliyor. "Bir lokma, bir hırka" felsefesini yaşatan kaç tane insan tanıyorsunuz? "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diye düşünen kaç tane komşunuz var? "İncinsen de incitme" diyebilen kaç tane insan kaldı? "Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak" diye haykıran kaç tane insan kaldı? "Ben yalakalıktan hoşlanmam" diyen kaç tane siyasetçi var? "Şöhret benden uzak olsun" diyen kaç tane sanatçı tanıyorsunuz? "Dünya malı dünyada kalır" diyen kaç tane işadamı tanıyorsunuz? Yarınlarımızı kimler düşünüyor? Toplumun ahlakını zedeleyen yanlışlıkları kimler sorguluyor? Neden insanlar hakikatin peşinde koşmuyor?

Biz değerlerimizden kopuk ve tarihimizden bihaber yaşıyoruz. İthal kavramlar ve kurumlarla yepyeni bir medeniyet inşa etmeye çalışıyoruz. Geçmişini inkâr eden bir toplum geleceğe yönelik adımlar atabilir mi? Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, sürekli dini ve milli değerlerimizle bağdaşmayan olaylara şahit oluyoruz. Şatafatlı mevlitler, gösterişli düğünler, lüks kutlamalar ve turistik seyahat gibi umre ziyaretleri yapılıyor. İnsanlar malları ve mülkleri ile övünüyor. Ölmüş insanların arkasından bile en galiz küfürler ediliyor. Anneler ve babalar çocuklarına Hasan, Ömer, Ali, Bekir, Osman, Ayşe, Fatma, Hatice, Sümeyye, Hacer isimlerini veriyorlar. Peki, o çocuklar kimin ahlakını ve kimin fikirlerini örnek alıyor? Şimdi siz bana "Yusuf'lar Joseph, Âdem'ler Adam, Davut'lar David, Bünyamin'ler Benjamin, İskender'ler Alexander, Cebrail'ler Gabriel oldu" dersiniz. Aslında söylenecek çok söz var. Allah bizleri hakkaniyetten ve hakikatten ayırmasın.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.