ASALETİNİZ DE REZALETİNİZ DE MİZAHINIZDA GİZLİDİR!



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.03.2019

"Ülkemiz her şeyi mizah olan bir toplum olma yolunda. Artık mizah dergilerine de ihtiyaç yok gibi"

Bu sözü 1987 yılında kıymetli hemşerimiz, değerli ağabeyimiz Hasan Kaçan söylemiş.

Mizah, insanları rencide etmeden güldürme sanatıdır ve kapsamı oldukça geniştir. Latife, şaka, espri, nükte, fıkra, iğneleme, taşlama, yergi, hiciv, ironi, karikatür, masal, tekerleme, bulmaca...

"Gülmek, en iyi ilaçtır" derler. Gülmek, insanların neşesini ve mutluluğunu paylaşmasının en eğlenceli yollarından biridir. Gülmenin insan vücuduna fiziksel ve ruhsal olarak da birçok fayda sağladığı söylenmektedir. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) "Müminin mümine tebessüm etmesi sadakadır" buyurmuş.

İnsanları güldürebilmek gerçekten büyük bir maharettir. Özellikle edepli, kaliteli, seviyeli ve zekâ dolu espriler yapmak her babayiğidin harcı değildir. Geleneksel sahne sanatlarımız olan gölge oyunu (Hacivat ile Karagöz), Meddah, Ortaoyunu ve Köy Tiyatroları vasıtasıyla uzun yıllar boyunca sahnelerimizde birbirinden güzel mizahi oyunlar sergilenmiştir.

Bizim Türk milleti olarak mizah kültürümüz çok eski yıllara dayanıyor. Divan Edebiyatı'nda "hiciv" şiirleri yazan şairlerimizin isimlerini anmadan geçmek istemiyorum. Taşlıcalı Yahya Bey, Merzifonlu Hayatî, Şânî, Bâkî, Nâbî, Necâtî, Nefî, Zâtî, Dertli, Ruhsâti, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Sünbülzâde Vehbi, Âşık Seyrânî... Ruhları şâd olsun!

Bugün mizah dar kalıpların içine hapsedilmeye çalışılıyor. Mesela belaltı espriler yapmanın, müstehcen fıkralar anlatmanın veya insanları kusurlarından dolayı aşağılayarak alay etmenin bizim kültürümüzde yeri yoktur. Kaldı ki, insanlarla iletişim kurmanın en etkili yollarından biri de mizahtır. Mizah zaten aradığı hoşgörüyü geniş oranda toplumsal ilişkilerden sağlar. Bu yüzden insanların dini, milli ve ailevi değerleriyle alay etmek mizah değildir.

Edepli mizah, incelik ve zarafet gerektirir. Buna aynı zamanda "ince mizah" deniyor. Bir de "kara mizah" vardır. "Kara mizah" ve "karikatür" Fransa kökenlidir. Kara mizah, genellikle ciddiyetle anılan cinayet, ölüm, hastalık, savaş, akıl hastalığı gibi konuları mizahi bir anlayışla ele alır. İnsanların bahsetmekten bile çekindiği korkutucu durumları ele alarak bu durumlar üzerinden insanları güldürmeyi ve düşündürmeyi amaçlar.

Bizim mizah tarihimiz "ince mizah" örnekleriyle doludur. Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa ve İncili Çavuş... Ruhları şâd olsun! Nasreddin Hoca'nın fıkraları bugün bütün dünyada biliniyor. Nasreddin Hoca'nın ne kadar nüktedan, hazırcevap ve büyük bir hiciv duayeni olduğunu hepimiz biliyoruz.

İncili Çavuş vakti zamanında Fransa'ya Osmanlı elçisi olarak gönderilmiş. Fransa Kralı, İncili Çavuş'un kılığına ve kıyafetine bakıp küçümsemiş ve "Bana senden başka gönderecek adam bulamamışlar mı?" demiş. İncili Çavuş ise "Osmanlılar, adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin sebebi bu olsa gerek!" diye cevap vermiş.

Divan Edebiyatı şairlerinden Fuzûlî ile Rûhî bir gün padişahın sarayındaki davete icabet etmek için beraber yola çıkmışlar. Saraya giderken yolda karşılarına zayıf ve çelimsiz bir köpek çıkmış. Rûhî'nin aklına bir muziplik gelmiş ve "Şu köpeğe bakar mısın dostum? Ne kadar fuzuli" demiş. Fuzûlî de bir an düşünmüş, "Doğru söylüyorsun. Üstüne bassan çıkacak ruhi" demiş.

Mesela Üstad Necip Fazıl Kısakürek de hazırcevap bir insandı ve aynı zamanda bir hiciv duayeniydi. Bir gün Üstad vapurla Karaköy'e geçerken, yanına biri yaklaşıp, "Üstad, Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik" demiş. Üstad okuduğu kitaptan başını kaldırmadan "Ne diye vapura bindin ki, yüzerek geçsene karşıya" demiş. Sadece bu değil. Üstadın mahkemelerde kendisini yargılayan hâkimlere verdiği cevaplar çerçeveletip duvara asılacak kadar zekice cevaplardır. 1971 yılında Süleyman Demirel'e hitaben yazdığı "Süleymannâme" şiiri ise bir hiciv klasiğidir. Ruhu şâd olsun!

Mizah kültürü bize atalarımızdan miras kalmıştır ve genlerimize işlemiştir. Türk milleti olarak hazırcevap, nüktedan ve hiciv kabiliyeti yüksek bir milletiz. Yukarıda da yazdığım mizahi anekdotlardan anlayacağınız üzere duayen sanatçılar kendi aralarında tartışırken bile birbirlerine "ince" taşlamalar ve "zarif" göndermeler yapardı. Şimdi televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, sosyal medyada, meclis kürsülerinde ve seçim meydanlarında seviyesiz tartışmalara şahit oluyoruz. Zekâ yoksunu bir ülke değiliz. Ama sonradan genlerimize işleyen linç kültürü mizahımızı da linç etmeye başladı. Bazen "mizah" bir linç aracı olarak kullanılıyor.

İnsanlar bazen şaşırtıcı durumlara, saçma sapan olaylara veya normal olayların saçma bir anlam kazanmasına gülebilir. Mizahın sınırı yoktur. İnsanları nasıl güldürürseniz öyle anılırsınız. Bu da sizin mizah anlayışınıza kalmıştır. Hoşgörüsüz mizah zaten insanları rencide eder. Mizahın ve hoşgörünün olmadığı yerde argo, küfür, hakaret ve galiz ifadelerle birlikte ardı arkası kesilmeyen düşmanlıklar, kin ve nefret hüküm sürmeye başlar.

Ülke olarak ve millet olarak köklü bir mizah geçmişimiz olmasına rağmen mizah alanında bir kısırdöngünün içindeyiz. Kaliteli mizah gitti, kalitesiz mizah geldi. Mizah, sadece muhalif olmak veya sadece yandaş olmak değildir. Asıl maharet doğruyu da yanlışı da mizahla süsleyebilmektir. İnsanları güldürürken bir yandan da düşündürmek gerekir. Hayatın doğal akışı içerisinde yakalayabildiğiniz sıradan veya sıradışı nüansları mizahla süsleyerek anlatırsanız, yazarsanız veya bir sahnede canlandırırsanız bunu başarmış olursunuz. Bu bakımdan mizah, sanatın en sıradışı unsurudur. Bizi güldürerek bir araya getiren en önemli sanat dalıdır. Mizah öyle bir hazinedir ki, ustanın elinde altın gibi olur, çaylağın elinde teneke gibi olur.

Ben de bir mizahsever olarak mizahi yayınları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Türkiye'de bir dönem çizgi romanlar çok okunurdu. Eskisi gibi olmasa da halen çizgi romanlar mizahseverler tarafından ilgiyle karşılanıyor. Ancak günümüzde mizah dergilerinin çoğu kapandı. Televizyonlarda bile mizahi içerikli yayınlar artık eskisi gibi tutunamıyor. Yayınevleri de mizahi yayınlara pek önem vermiyor. Dolayısıyla mizah yazarlarının ve hiciv duayenlerinin alanı daralıyor diyebilirim. Mizah günden güne dar kalıplara hapsediliyor.

Popülist kültüre bağımlı olan her şeyin ömrünü yitirdiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Bu yüzden mizah yazarları, karikatüristler ve komedyenler de popüler olamadıkları zaman unutulup gidiyor. Yazımın en başında bahsettiğim divan edebiyatı şairleri bugün hayatta olsalar, eserleri birçok yayınevi tarafından ciddiye alınmaz.

Biz mizah alanında bile Batı'yı taklit ediyoruz. İnternet ve teknolojik imkânlarla birlikte mizahın alanlarının genişlediğini mi zannediyorsunuz? Bence mizahın seviyesi düştü. Şimdi mizah "Youtuber" denilen gençlerin yaptıkları "parodi" videolara kaldı. Yeni mizah akımını internette bir anda "viral" olan videolar belirler oldu. Vatandaşın biri internete bir video yüklüyor, sonra o video "tıklanma" rekorları kırıyor. Mesela "oğlum bak git" videosuna yıllarca güldük. Sosyal medyada gördüğümüz "caps" adı verilen resimleri anlatmama bile gerek yok.

Peki, neden böyle oldu? Çünkü "ince mizah" gitti, "kara mizah" geldi. Hacivat ve Karagöz gitti, 3D animasyon geldi. Meddah gitti, stand-up geldi. Ortaoyunu gitti, skeç geldi. Köy Tiyatrosu gitti, palyaço geldi. Mesela "1 Nisan" geldiği zaman soğuk şakalara maruz kalıyoruz. "1 Nisan" bile Fransa'dan bütün dünyaya yayılmıştır. Türkiye'de olduğu gibi Fransa'da da balık avlama yasağı 1 Nisan'da başladığı için insanlar balık avlamaya çıkan balıkçılara "1 Nisan" diye bağırarak şaka yaparlarmış. Böylece "1 Nisan" diye bir şaka kavramı ortaya çıkmış. Tilkiye "tavuk yer misin?" demişler, tilki de gülmekten cevap verememiş. Bizim de ahvalimiz aynen böyledir. Güler misiniz, ağlar mısınız?

İsimlerini andığımız zaman bile bizleri tebessüm ettiren mizah duayenlerimizi de müsaadenizle anmak istiyorum. Türk mizahına eşsiz katkılar sunan; Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Fazıl Ahmet Aykaç, İsmail Hakkı Dümbüllü, Mustafa Uykusuz, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Sadri Alışık, Öztürk Serengil, Can Yücel, Kemal Sunal, Oğuz Aral, Nejat Uygur, Levent Kırca ve Muzaffer İzgü aramızdan ayrılalı uzun yıllar oldu. Ruhları şâd olsun!

Her şeye rağmen torunlarımıza bile yetecek kadar "mizah kaynağımız" var. Türkiye'de bu kadar geniş bir mizahi altyapı varken "mizah" bitmez. Yeter ki, mizahımız edepli, kaliteli ve seviyeli olsun. Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim. 2017 yılının Mart ayından bu yana yayın hayatını sürdüren Mektup Edebiyat Dergisi 2 yaşında! Şaka yapmıyorum, ciddiyim. Yüzümüzdeki tebessüm hiç eksik olmasın. Mizahımız bol olsun.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.