ANLAMAZSINIZ Kİ...



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.07.2020

Bir köşede oturmuş, hiç sesini çıkarmadan etrafında konuşulanları dinliyordu. Hassas bir konuda yapılan alaycı konuşmaları dinlerken öfkelenmemek için kendini zor tutuyordu. En sonunda içlerinden bir tanesi "Nasıl da şaşıracak çarıklılar?" deyince elinde tuttuğu ceketini yere atıp aynı hışımla ayağa kalkarak "Bana bak, çarıklı sensin" dedi. "Çarıklılar" diyen şaşırdı ve "Bana mı dedin?" diye sorunca daha da çok sinirlenerek konuşmasına devam etti; "Sana, sana, sana, hepinize be! Rezil, iğrenç yaratıklar... Hiç mi insanlık yok sizde he? Nedir bunlar he, nedir? Nasıl yollarsınız bu pislikleri o tertemiz insanlara? Onlar kitap istiyor, kalem istiyor, okul istiyor, okumak istiyor. Onlara yardım elinizi uzatacağınıza bir de utanmadan sıkılmadan alay ediyor, küçük görüyorsunuz. Aslında alay edilecek, küçük görülecek birileri varsa o da sizlersiniz. Hiçbir işe yaramayan, asalak gibi yaşayan sizler... Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki siz..."

1976 yılında çekilen "Hababam Sınıfı Uyanıyor" filmindeki bu sahneyi sizler de hatırlamışsınızdır. Benim de filmdeki en çok etkilendiğim sahnelerden bir tanesidir. Ahmet o sözleri söyledikten sonra rol icabı da olsa sınıf arkadaşları mahcup olmuşlardı. Bazen şahit olduğumuz yanlış davranışları anlatmamız, bazen de yaptığımız yanlış hareketleri anlamamız gerekiyor. Konuşarak ve yazarak her şeyi anlatabilirsiniz. Fakat bir konuyu sanatsal açıdan anlatabilmek bence daha önemlidir.

Ders sadece okullarda geçerli olan bir şey değildir. Görevini ihmal eden insanları uyarmasını bileceksiniz. Uyarmazsanız siz de sorumlu olursunuz. Makam sahibi olunca hal ve hareketleri değişen insanları düzeltmesini bileceksiniz. Düzeltmezseniz siz de yamulursunuz. Geçmişini unutan insanlara ders vermesini bileceksiniz. Blöflere, triplere veya timsah gözyaşlarına aldanmayacaksınız. Çünkü "acırsanız acınacak hale gelirsiniz". Son yazdığım cümleyi bir yerden hatırladım sanki, neyse...

Her ne kadar hayatın normale döndüğünü zannetsek de "ikinci dalga" tartışmaları devam ediyor. Değerlerimizle her gün "dalga" geçiliyor ama bunları kimse ciddiye almıyor. Biz yargıç veya cellat değiliz. Bizim görevimiz insanlara doğruları anlatmak, yanlışları hatırlatmaktır. Biz kendimize çeki düzen vermediğimiz müddetçe Allah bize ölümlerden ölüm beğendirmez, başımıza felaketlerden felaket musallat eder. Bunca yaşanan felakete rağmen halen "bana kimse karışamaz" diye burnu havada gezen insanlar var. Bizi gerektiğinde uyaracak ve öğüt verecek insanların kıymetini bilmeliyiz. Artık öğüt veren de kalmadı, öğüt alan da kalmadı. Bir "adam yokluğu" dönemi yaşıyoruz ki, Allah sonumuzu hayreylesin. Zaten adam(!) zannedilen insanların kıymeti de maddi imkânları veya sosyal medyadaki takipçi sayısı ile ölçülüyor.

Hayat devam ediyor ve biz hayatın tam merkezindeyiz. Dünya çirkin değildir, çirkinleştirenler vardır. Her şeyde kusur aranmaz, kusura vesile olanlar vardır. Bahar gelir, rengârenk çiçekler açar, kuşlar gökyüzünde cıvıl cıvıl uçar. Çiçeklerin kokusuyla ve kuşların cıvıltısıyla kendimizden geçeriz. Ansızın yağan yaz yağmurlarının altında ıslanırız. Doğa ile bütünleşiriz, yüzümüz güler, kalbimiz neşeyle dolar ve kalbimizin her atışında Allah'ı zikrederiz. Çünkü Allah'ın emanet ettiği bir can taşıyoruz ve Allah'ın bize bahşettiği nimetler sayesinde yaşayabiliyoruz. İşte bunları yazarak veya konuşarak bir yere kadar anlatabilirsiniz. Bundan ötesi hissiyattır ve sanattır, yani resimdir, minyatürdür, kısa filmdir, çizgi filmdir, belgeseldir, sinema filmidir, televizyon dizisidir, şarkıdır, türküdür, şiirdir, gazeldir, öyküdür, romandır.

Geçtiğimiz ay Genel Yayın Yönetmenimiz Çelebi Öztürk Bey, "Kültür ve Sanatta Dayatılan Yerli Ahlaksızlık" başlıklı köşe yazısında benim de yazılarıma atıfta bulunarak önemli konulara değindi. Müsaadenizle o yazıdan küçük bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum; "Öğrencilik ve gençlik yıllarımızda Batı ahlaksızlığını sürekli eleştirir ve ne kadar düzgün bir toplum olduğumuzu, kültürümüzü ve sanatımızı övüne övüne anlatırdık. Peki, bugün bize ne oldu da milli kültürümüzden koptuk? Bize ne oldu da milli ve yerli sanatımızı icra edemiyoruz? Artık Batı ahlaksızlığından söz edemiyoruz. Çünkü ahlaksızlığımız Batı'yı aratır oldu! Kültürümüz ve sanatımız ruhumuzu cendereye alıp bizi boğar hâle geldi".

Son yıllarda imkânlar arttıkça ilime, sanata ve edebiyata değer vermedik, hatta gereksiz bulduk. Kıymetli sanatçılarımızın kıymetini bilemedik. Bunların da ötesinde aramızda birlik ve beraberlik yok. Meydanı boş bulanlar da diledikleri gibi at koşturdular. Biz zaten eğitim ile sanatı, sanat ile medyayı, medya ile kültürümüzü bir türlü bağdaştıramıyoruz. Elimizde imkânlar olmasına rağmen rehavete kapılıyoruz ve günü birlik uğraşlarla vakit kaybediyoruz. Gerçekten birbirinden kıymetli şairlerimiz, yazarlarımız, müzisyenlerimiz, tiyatrocularımız ve oyuncularımız var. Fakat bu potansiyeli bir araya getirebilecek çabamız yok. Hâlbuki biraz emek, biraz çaba, biraz gayret, biraz coşku, biraz cesaret olsa birbirinden güzel sanat eserleri meydana çıkar.

Sanatsal faaliyetler oldu-bitti şeklinde yapılacak faaliyetler değildir. Muhafazakâr insanların yıllardır ayıp, günah, haram, gerek yok veya fuzuli işler diyerek ihmal ettiği bir alandan bahsediyorum. Sanata ve edebiyata iştigal etmezler, o alanın işgal edilmesine de itiraz etmezler. "Haram" derler ama izlemedikleri televizyon dizisi yoktur. "Günah" derler ama ailelerinin ahlaksız yayınlardan etkilenmesine engel olmazlar. Alıştırıldıklarını düşünürler ve alıştırıldıktan sonra her şeye yabancılaşırlar. Hal böyle olunca dini ve milli kavramlarımız bile, çok özür diliyorum, devede kulak kalıyor. Sanatsal faaliyetler büyük emek istediği için ve günümüzde sanata verilen emeğe saygı duyulmadığı için bilinçaltımızda "ne gerek var şimdi?" gibi bir intiba oluşmuş olabilir. Bu durum muhafazakâr sanatçıların ve yazarların da "bizden olmaz" gibi olumsuz düşünmesine sebep oluyor. Ben "bizden olmaz" diye düşünen insanları eleştirmem, olumsuz düşündüren insanları eleştiririm.

Yıllardır bütün dünyada büyük ilgiyle izlenen yabancı filmlerden bazılarının roman uyarlaması olduğunu biliyor muydunuz? Yabancı ülkeler bu konuda oldukça başarılıdır. Madem ortada bir başarı var, biz de Sezar'ın hakkını Sezar'a verelim. Müsaadenizle o filmlerin isimlerini yazacağım ve parantez içinde yazarların ismini belirteceğim.

Baba (Mario Puzo), Alacakaranlık (Stephenie Meyer), Yeşil Yol (Stephen King), Kuzuların Sessizliği (Thomas Harris), Vahşetin Çağrısı (Jack London), Selvi Boylum Al Yazmalım (Cengiz Aytmatov), Titanik (Clive Cussler), James Bond (İan Fleming), Dövüş Kulübü (Chuck Palahniuk), Son Mohikan (James Fenimore Cooper), İnci Küpeli Kız (Tracy Chevalier), Atlara Fısıldayan Adam (Nicholas Evans), Pinokyo (Carlo Collodi), Kurtlarla Dans (Michael Blake), Maymunlar Cehennemi (Pierre Boulle), Rambo (David Morrell). Ayrıca bu filmlerin birçoğu ABD'nin Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. Bizim ülkemizde de "Türkiye Film Arşivi ve Sinema Müzesi" kurulacağı söylenmişti.

Bizim gibi insanlar umudunu ve heyecanını asla yitirmez. Ben şahsen sanatta ve edebiyatta destanlar yazabileceğimize inanıyorum. Devrim niteliğinde şiirler ve romanlar yazmak, tiyatro eserleri ve skeçler sahnelemek, televizyon dizileri ve sinema filmleri çekmek sizin de aklınızın bir köşesinden geçiyor mu? O zaman sıkı durun, ekibi açıklıyorum. İsmail Güneş filmler çeksin, Salih Tuna köşe yazarlığı dışında ayrıca senaryolar yazsın, Hasan Kaçan karikatürler çizsin ve tarihi nüktedan şahsiyetleri canlandırsın, Niyazi Gedik şiirler yazsın, İbrahim Sadri şiirler yazsın ve okusun, Ahmet Yenilmez unutturulmaya çalışılan milli değerlerimizi ve şahsiyetlerimizi sahnede canlandırsın, ülkemizin her karışında tiyatro yapsın, Ömer Karaoğlu ezgiler söylesin, Tarık Tufan romanlar yazsın, Kasım Alper Özdemir bir televizyon kanalında kültür-sanat programı hazırlayıp sunsun, Sırrı Er diksiyon dersleri versin ve kasideler söylesin, Harun Yöndem seslendirme yapsın, Aykut Kuşkaya şarkılar söylesin, Recep Demirkaynak stand-up yapsın, Sezgin Maden mizah yapsın, Abdurrahman Uzun yapımcı olsun.

1842 yılında Ukrayna asıllı Rus Yazar Nikolay Vasilyeviç Gogol, "Palto" isimli uzun bir öykü kaleme alır. Bu öyküde "küçük adam" temasını işler ve "Rus Edebiyatı" ifadesinin oluşmasına vesile olur. Bu yüzden bu eseri büyük önem taşır. Hatta Dostoyevski, Gogol'un "Palto" öyküsüne ithâfen; "Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık" der. Biraz önce ismini yazdığım büyüklerim de 2004 yılında vefat eden merhum dedem şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat'ın paltosundan çıkmıştır desem mübalağa etmiş olmam. İsmini bu satırlara sığdıramadığım o kadar çok kıymetli sanatçılarımız var ki, onlar da inşallah beni anlarlar ve mazur görürler.

Merhum şair Cahit Zarifoğlu "Bir duruşu olmalı insanın, bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı" demiş. Binalarımız minarelerle yarışıyorsa, dünyamız ahiretimizin önüne geçiyorsa, bedenimiz güçlenip ruhumuz zayıflıyorsa, gücümüz arttıkça merhametimiz azalıyorsa bizde büyük bir eksiklik var demektir. Eğer ki bunca imkâna rağmen dini, milli ve insani değerlerimizi sanatsal açıdan yeni nesillere anlatamıyorsak, bütün maddi kazanımlarımızı kaybetmeye mahkûm olmuşuz demektir. Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, Nene Hatun'u, Şerife Bacı'yı, Ömer Halisdemir'i yeni nesillere sanatsal açıdan biz anlatmalıyız. Biz anlatmazsak onlar anlatır. Onlar anlatırsa da nasıl anlatacaklarını umarım tahmin edebiliyorsunuzdur. 15 Temmuz'un yıldönümündeyiz. Şehitlerimize Allah'tan sonsuz rahmetler diliyorum, gazilerimize de hürmetlerimi sunuyorum.

Biz bunları düşünürken geçtiğimiz günlerde devletimizin en yüksek makamının himayesinde konserler verildi. Altıtepe Konserleri miydi, Sekiztepe Konserleri miydi, ismini hatırlayamadım. Ajda Pekkan'dan Demet Akalın'a kadar birbirinden ünlü(!) sanatçılar konserler vererek arz-ı endam ettiler. Ne kadar övünsek az gelir. İşte bakın, "kültürel iktidar" budur. Böyle konserler asla tenkit edilmemelidir, her zaman takdir edilmelidir. Takdir edelim ki, daha beterleri olmasın. Çünkü beterin beteri vardır.

Kimse kulağının üstüne yatmasın, bahaneler üretmesin. Atalarımızın da dediği gibi, çobanın gönlü olursa tekeden yağ çıkarırmış. Bazen kendimi "Hababam Sınıfı Uyanıyor" filmindeki Ahmet gibi hissediyorum. Ne demişti Ahmet; "Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki..."


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.