ALTIN SEMER



Mektup Edebiyat Dergisi / 08.03.2023

Milletçe başımız sağ olsun. 6 Şubat 2023 tarihinde merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 10 ilimizi de etkileyen depremlerde vefat eden bütün vatandaşlarımıza Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara Allah sabır versin.

Bir laboratuvar faresi hemcinsine "Bilim adamını eğittim. Ne zaman şu düğmeye bassam bana yiyecek getiriyor" demiş. Fransız yazar Bernard Werber'in "Biz Tanrılar" kitabının ilk sayfasındaki bu cümleyi okuyunca fare ile bilim adamı arasındaki yarı profesyonel ilişkiyi düşündüm ve içinde "altın semer" geçen atasözümüz zihnimde yankılandı. Atasözünün tamamını kör gözüm parmağa der gibi yazmaya elim varmadı.

Yıllarca sistematik bir şekilde zulme maruz kalan muhafazakâr insanlar siyasette olağanüstü imkânlara kavuşunca geçmişlerini bir çırpıda unuttular. Duşa giren bir insanın elbiselerini çıkartması gibi emeği, vefayı, cefayı, çileyi, sabrı, tevazuyu kendi elleriyle yüreklerinden söküp attılar. Hırsla yıkandılar, hasetle keselendiler. Çıktıklarında üzerlerinden kiri attılar, kibir giyindiler. Hâlbuki her nimetin bir külfeti olduğunu iyi biliyorlardı. Dünyanın sadece eğlenceden ibaret olmadığını ve hayattan ibret almayı da unutmamaları gerekiyordu.

Aklın yolu birdir. Bu sözü Hülya Avşar söylese ciddiye alırlar ama Abdurrahman Dilipak Bey söylese ciddiye almazlar. Maksadım Abdurrahman Bey ile Hülya Hanım'ı kıyaslamak değil. Emeği, vefayı, çileyi unutan güya inançlı insanların bilinçaltındaki ezikliği anlatmaya çalışıyorum. Çileyi unutunca hileyi öğrendiler. Çileyle yoğrulup hileyle doğrulmaya çalışınca dini ve milli değerlerimizi önemsemediler. Devlet kurumlarına, medya kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına sahip oldular ama sahip çıkmadılar. Her şeyi siyasetten ibaret sandılar.

İnançlı insanların dünya çapında sanatçılar, şairler, yazarlar, tiyatrocular, ressamlar, müzisyenler yetiştirmek gibi bir dertleri olmadı. Böyle bir dertleri olsaydı ilimde, sanatta ve medyada daha güçlü olurduk. Fikirlerimiz de iktidarda olurdu. Bunlar yaşanmamış gibi halen kendini pazarlamaya çalışan insanların sağda solda "ölümüne seninleyiz" diye slogan atmasını garipsiyorum. Allah imkân vermeseydi köyünde davar otlatacak ve tarlasında hıyar yetiştirecek adamlar hayal bile edemeyecekleri makamlara gelemezdi.

Olur olmadık insanlar hak etmedikleri makamlara kolay bir şekilde gelince maalesef her şeyi küçümsemeye başladılar. Şimdi hak etmedikleri makamları kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazır hale geldiler. İstediğiniz kadar ilimin, sanatın, medyanın önemini anlatsanız da anlamak istemiyorlar. Bir de utanmadan "sanat, tiyatro, gazete, medya, bunlar bitti be abi, biz başka işlere bakalım" diyorlar. Allah'ın emaneti olan makamları cepte gören bir zihniyetin mensupları ne yazık ki şahsi menfaatlerini hesaba katarak "başka işlere" meylediyorlar.

Medyada imtiyaz sahibi olmak değil, söz sahibi olmak önemlidir. Televizyonlar çıktı diye sinema veya tiyatro bitmez. Dijital platformlar çıktı diye televizyon bitmez. Sosyal medya çıktı diye gazete bitmez. Hiçbiri birbirini bitirmez. Gazeteleri, televizyonları, tiyatro sahnelerini, sosyal medya mecralarını ve dijital platformları birbirine geçmiş vagonlar gibi düşünün. Siz özgün hikâyeler ürettikçe o mecralar eserlerinizin daha çok insana ulaşmasına vesile olur. Bugün gençler özgün içerikler izlemek için ücretli dijital platformlara üye oluyorlar.

Dinlediğiniz müziklerde, okuduğunuz romanlarda, seyrettiğiniz tiyatrolarda, izlediğiniz dizilerde ve sinema filmlerinde mutlaka bir hikâye vardır. İnsanlar hikâye dinlemeyi, hikâyelerin içinde kaybolmayı, kendilerine o hikâyelerde örnek alacak veya ibret alacak bir şeyler aramayı çok severler. Bu yüzden bizler zamanın ruhunu yansıtabilen kaliteli öyküler yazmalıydık ve nitelikli filmler çekmeliydik. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz kurum ve kuruluşlara özgün eserlerimizle, idealist fikirlerimizle ve ferasetimizle sahip çıkmalıydık.

"Dertli derdini yanmış, dertsiz türkü sanmış" misali helale katılan haramın helali de murdar ettiğini bir türlü anlatamadık. Televizyonların haber bültenlerinde ve tartışma programlarında etkin oldular ama dizileri boş bıraktılar. İnsanların zihinlerinin televizyon dizileriyle nasıl kirletildiğini bile anlayamadılar. Halen "Türk dizilerinin ihracat hacmi 2008 yılında sadece 10 milyon dolar dolayındayken 2018 yılında 350 milyon dolara gelmiştir" diyerek birçoğu ahlaksız ve niteliksiz olan televizyon dizilerini yurtdışına ihraç etmekle övünüyorlar.

İçimizden yüzlerce şair, yazar, mütefekkir, müzisyen, tiyatrocu, ilim adamı çıkmadı. Ama bugün yerel seçim olsa içimizden binlerce "aday" çıkar. Herkes devlet görevlisi olmak için köşe kapmaca oynuyor. Neyi ihtirasla istersek Allah tarafından onunla imtihan ediliriz. Gençler bile kolay yoldan "danışman" olup oradan müdürlüğe veya milletvekilliğe geçiş yapmanın hesabını yapıyor. Kendilerini pazarlamaktan başka bir şey bilmedikleri için bulundukları makamları daha yüksek makamlara doğru sıçrama tahtası olarak kullanıyorlar.

Bir sürü müdürlerimiz, danışmanlarımız, bürokratlarımız, köşe yazarlarımız, yorumcularımız ve ajanslarımız var. Fakat bir konuyu medyada doğru düzgün anlatamıyorlar. Düzgün bir iletişim kampanyası yürütemiyorlar. İnsanların aklını kurcalayan sorulara bile açık yüreklilikle yanıt veremiyorlar. Şahsi menfaatleri sözkonusu olduğunda caka satmayı ve slogan atmayı iyi biliyorlar. Atalarımızın kaht-ı rical diye tarif ettiği adam yokluğu yaşadığımız şu dönemde görevini düzgün yapmayan insanlar bile makam beğenmiyor. İçinde "altın semer" geçen atasözünü hatırladınız mı? Şimdi bana "eşeğin hatırı yoksa sahibinin de mi hatırı yok?" demeyin.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.