"ALLAH BU MİLLETİ SANATSIZ BIRAKMASIN"



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.10.2022

İnsanlar eskiden duygularını, hayallerini ve fikirlerini sanatsal açılardan da anlatmaya çalışırmış. Teşbih, mübalağa ve betimleme sanatları bu şekilde ortaya çıkmış. Bu yüzden yıllar önce yazılan şiirler, öyküler, romanlar ve türküler halen güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bunun en güzel örneklerinden biri geçen sene aramızdan ayrılan merhum şair ve mütefekkir Sezai Karakoç'un "Gül Hanım" anlamına gelen "Mona Roza" şiiridir. "Mona Roza" şiiri Sezai Karakoç'un üniversitedeyken âşık olduğu Muazzez Akkaya Hanım'a yazdığı bir akrostiş şiirdir. Bu vesile ile merhum Sezai Karakoç'a Allah'tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.

Sanat, önceden hiç duymadığınız, görmediğiniz ve hissetmediğiniz şeyleri size hissettiren olgunun adıdır. Sanatçının görevi ise hayal etmek, düşünmek, yazmak ve üretmektir. 1967 yılında aramızdan ayrılan merhum hikâyeci, tiyatro oyunu ve roman yazarı İlhan Tarus, "Türk sanatçısından şunu bekliyorum. Şairden Türk halkının gönlündekini terennüm etmesini... Müzikçiden bizim memleketin seslerini vermesini... Hikâyeciden bizim kaderimizi ve bizim sevincimizi anlatmasını... Romancıdan Türk toplumunun yaşayışını ve düşünüşünü nakletmesini..." demiş. Merhum İlhan Tarus'a hak vermemek mümkün değil. Ruhu şâd olsun.

Türk edebiyatına önemli eserler kazandıran şairlerin ve yazarların ilk şiirleri ve öyküleri kökü bu topraklarda olan dergilerde yayınlanmıştır. Günümüzde ise yerli ve milli zannettiğimiz gazetelerin, televizyonların ve matbaaların olağanüstü bir şekilde artmasıyla birlikte bir rehavet oluştu ve kalite düştü. Kökü dışarıda olan sosyal medyanın da bunda büyük katkısı oldu. Çünkü her şey dijitalleşti. İnsanlar artık bir şeyi tarif etmek veya bir tarifi gözünde canlandırmak zorunda kalmıyor. Bundan dolayı edebi yetenekleri ve hayal gücü gelişmeyen insanların kendini ifade etmekte zorlandığına, birkaç kelimeyi bir araya getiremediğine, bir paragraf yazı yazamadığına, basit bir düşünceyi bile defalarca aynı şeyleri tekrar etmeden anlatamadığına şahit oluyoruz.

Dijital platformlar ve sosyal medya yüzünden ortak bir ekrana bakamaz hale geldik. İnsanlar güya eğlenmek için birbirlerine durmadan komik videolar gönderiyorlar. Her şeyin gülünç tarafına odaklandığımızı sanıyoruz ama maalesef binlerce değersiz, kalitesiz, vasat ve çirkin içeriklerin yer aldığı bir çöplükte boğuluyoruz. Birbirimize videolar gönderdikçe daha çok sendeliyoruz, daha çok umutsuzluğa gömülüyoruz. İnsanların sosyal medyaya ve dijital platformlara körü körüne teslim olmasını ve bire bir taklit etmesini garipsiyorum. Sizce medyanın ve sanatın en büyük dayanağı sermaye midir, seyirci midir, yoksa özgün içerik midir?

Biz ülke olarak ilimde, sanatta, edebiyatta ve felsefede dünyayı geriden takip ederiz ama teknolojik anlamda arabalarımızın, telefonlarımızın, bilgisayarlarımızın ve elektronik eşyalarımızın son model olmasını isteriz. Bu yüzden geçmiş ile gelecek arasında sıkıştığımız için ortak bir fikirde buluşamadığımızı ve özgün sanat eserleri üretemediğimizi düşünüyorum. Her işlek caddeye bir alışveriş merkezi veya güzellik merkezi inşa edileceğine kütüphaneler kurulsaydı ve birkaç tane de kültür ve sanat merkezi inşa edilseydi daha anlamlı olmaz mıydı?

Sanata gönül verirseniz bilincinizi kirletmeden özgün eserler üretmeyi hayal edebilirsiniz. Belli bir donanıma ulaştığınız zaman üretim safhasına geçebilirsiniz. Yüreğinize damlaya damlaya oluşan göller siz dikkat ettiğiniz müddetçe bir ırmağa, bir denize veya bir okyanusa dönüşebilir. Eğer dikkat etmezseniz bilinçaltınız çöp dağlarına, zehir ağlarına veya foseptik çukurlarına dönüşebilir. Zaten denizde ne varsa kıyıya da o vurur. Bugün sanat adı altında yapılan kepazeliklere öyle alıştırıldık ki, bunlar sanat eseri zannediliyor ve hızlıca tüketiliyor. Bu anlamsız hız yüzünden yeni çıkan şarkılar, öyküler ve filmler en fazla bir hafta içinde tüketilip eskitiliyor.

Kültürle sanatı ve sanatla medyayı bir türlü bağdaştıramıyoruz. Özgün eserler üreten sanatçılarımızın eserlerini sinemaya ve televizyona aktaramıyoruz. Yurtdışında daha önce çekilmiş olan filmleri ve belgeselleri bire bir taklit ederek uyarlamaktan hiç yorulmuyoruz. Fakat ülkemizin değerlerini anlatan belgeseller, sinema filmleri ve televizyon dizileri çekmeye eriniyoruz. Bunca televizyonun ve gazetenin yapamadığını küresel video platformları yapıyor. Sosyal medya sayesinde kimileri fenomen, manken veya trol oldu. Fenomen kullanıcıların isimlerinin altında "dijital içerik üretici" yazıyor. Hemen altında da dipnot olarak "reklam ve işbirliği için dm" yazıyor. Uzun lafın kısası, sosyal medya platformları bile kullanıcılarından özgün içerik üretmesini istiyor.

Biz kendi medeniyetimizi anlatan özgün eserler üretmezsek ve sanata hak ettiği değeri vermezsek uluslararası düzeyde yayın yapan "yerli ve milli" küresel platformlarımız olamaz. Gazetelerimiz ve televizyonlarımız bile taklitten öteye gidemiyorsa gerisini siz düşünün. Kalitesizlik, vasatlık, tekdüzelik, taklitçilik derken ortaya kocaman bir "sanatsızlık" çıktı. Merhum dedem şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat yıllar önce bunun farkına varmış olacak ki, "Allah kuşları kanatsız, dostları Canat'sız, milleti sanatsız bırakmasın" diye dua edermiş. Bu vesile ile 21 Ekim 2004 tarihinde aramızdan ayrılan merhum dedem Hasan Nail Canat'a vefatının 18. yıldönümünde Allah'tan sonsuz rahmetler diliyorum. Ruhu şâd olsun, mekânı cennet olsun.


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.