15 TEMMUZ; İBLİSİN OTAĞINDAN PEYGAMBER OCAĞINA



Mektup Edebiyat Dergisi / 01.07.2018

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997... Türkiye'de dolaylı ve doğrudan yapılan askeri darbelerin tarihini halen unutmadık. Bu yüzden 15 Temmuz 2016 tarihinde asker üniforması giymiş vatan haini teröristler tarafından vatanımıza ve milletimize karşı haince yapılan işgal girişimi amacına ulaşamamıştır. 15 Temmuz gecesi Allah tarafından milletimizin yüreğinden korku alındı. Gökten şahadet yağdı. Herkes hak ettiği şekilde kahraman oldu. Çocuk, genç, yaşlı... Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan'ın cesareti Türk milletine ilham oldu. Yediden yetmişe birçok vatandaş sokaklara çıktı, meydanlara indi. Asker üniformalı hainler ile polisler ve vatandaşlar arasında büyük çatışmalar oldu. Darbeye karşı darbe yapıldı ve vatan hainleri bertaraf edildi. Tanklara ve silahlara karşı milletimiz göğsünü siper etti. Ezanlar susmadı, bayrağımız yere düşmedi.

Sezai Karakoç'un "Ey Sevgili" şiirindeki "Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır" dizeleri gerçek oldu.

Mehmet Akif Ersoy'un "Çanakkale Şehitlerine" şiirindeki "Âsım'ın nesli... diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek" dizeleri gerçek oldu.

Arif Nihat Asya'nın "Dua" şiirindeki "Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız; Ve vatansız bırakma Allah'ım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma Allah'ım!" dizeleri gerçek oldu.

15 Temmuz için ne söylesek az gelir. Şehitlerimiz için ne kadar dua etsek az gelir. Gazilerimize ne kadar teşekkür etsek az gelir. O eli kanlı hainlere ne kadar buğz etsek, ceza versek az gelir. Önemli olan hainler ile kahramanları ayırt etmektir. Hainlere hak ettiği cezayı vermek, kahramanlara da hak ettiği değeri vermek gerekir. Eğer bunu yapamazsak 15 Temmuz'u unutturmuş oluruz. 15 Temmuz 2016 tarihinde asil milletimiz hain darbe girişimini engelleyerek şanlı ordumuzu, iblisin otağından Peygamber ocağına dönüştürmüştür.

Biz bu yazımızda bu kanlı örgütün edebiyatımıza ve sanatımıza verdiği zararları elimizden geldiğince anlatacağız. Türkiye'de kaotik yılların yaşandığı dönemlerde muhafazakâr insanlar birçok konuda dışlanmıştır. İrtica söylemi ile her daim karşı karşıya kalan inançlı ve muhafazakâr insanlar yıllar boyunca güvenebilecekleri insanlar aradılar.

27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri darbeden sonra kitaplar toplatıldı, yazarlar tutuklandı, yayınevleri kapatıldı. 12 Eylül 1980 tarihindeki askeri darbeden sonra da aynısı yapıldı. Evinde kitap bulunduran insanlar tutuklandı veya idam edildi. İnsanlar kitap okumaktan korktu. Bugün kütüphanesiz evler gördüğüm zaman içim sızlar. O süslü mobilyalar mı bize doğruyu ve yanlışı öğretecek? O şatafatlı dekorlar mı bizi geleceğe taşıyacak? Bizi biz yapan değerler kadim medeniyetimiz, tarihi şahsiyetlerimiz, edebi eserlerimiz ve yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'dir. Maalesef 27 Mayıs ve 12 Eylül'den sonra yapılanları da yaptığım araştırmalar neticesinde öğrendiğim için insanların geçmişten gelen korku ve endişelerini anlayabiliyorum.

Kendisine "imam", kendisine gönül veren insanların yer aldığı oluşuma "cemaat" deniliyor. Her ülkede, her ilde ve her ilçede kendisine bağlı çalışan insanlara da "imam" ve "müezzin" deniliyor. Kendisi başta olmak üzere ona gönülden bağlı olduğunu söyleyen insanların çoğu mazlum, muhlis, sakin, hoşgörülü, karıncayı bile incitmeyen bir imaj çizdiler. Güler yüzlü, eğitimden, yardımdan, iyilikten, şefkatten ve hizmetten başka bir amacı olmayan insanlar olarak akıllarda yer ettiler. Bizim dini ve milli değerlerimizi en güzel şekilde ifade eden o anlamlı ve güzel kelimeleri bile çirkin emellerine alet ettiler. Gazeteleri, dergileri ve televizyon kanalları ile bunu bütün topluma yaydılar. Bilhassa çektikleri televizyonları dizileri ve sinema filmleri ile toplumun bilinçaltına nifak tohumları ektiler. Hayal ürünü olduğu iddia edilen efsunlu hikâye ve roman kitaplarını da sahibi oldukları yayınevlerinde neşrettiler. Doktor, mühendis, asker, polis, avukat, savcı, hâkim, öğretmen, işadamı, gazeteci, şair, yazar... Bu mesleklere mensup olan insanların çoğunu tehditlerle, iftiralarla veya büyük vaatlerle kandırıp kendi saflarına çektiler. Kendilerinden olmayanlara her türlü zulmü yaptılar.

Cemaat, imam, müezzin, himmet, hazret, hizmet, hicret, iaşe, rabıta, istişare, hoşgörü, muhabbet, ağabey, abla, şakirt, hocaefendi, üstad, müceddit, mehdi... Görüyorsunuz değil mi? Biz bu güzel kelimeleri sohbetlerimizde telaffuz etmekten hoşnut oluruz. Ancak bugün bir şair "cemaat" adında bir şiir yazsa tutuklanabilir. Bir yazar "hicret" diye kitap yazsa en ağır şekilde eleştirilebilir. Bir çağrı merkezini aradığımızda "hizmet standartları gereği görüşmelerimiz kayıt altına alınmaktadır" denildiğinde bile şüpheleniyoruz. Yukarıda bahsettiğim kelimeleri bugün telaffuz eden insanlara bile farklı gözlerle bakılıyor.

Peki neden böyle oldu? Çünkü hedefe giden yolda her şeyi mubah gördüler. Kumar oynadılar, "himmet" dediler. Yurtdışına kaçtılar, "hicret" dediler. Telefonlarımızı dinlediler, "keramet" dediler. Yolsuzluk yaptılar, "ticaret" dediler. Ajanlık yaptılar, "hizmet" dediler. Ahlaksız eğlenceler tertip ettiler, "letafet" dediler. Kin kustular, "mülaanet" dediler. Hapse girdiler, "istirahat" dediler. Dinimizin en kutsal değeri olan başörtüsüne bile "füruat" dediler. En acısı da şarkılı-türkülü yere “Peygamber Efendimiz ( S.A.V. ) şimdi buraya teşrif etti” dediler.

Ayrıca gönül eri, altın nesil, maarif, irşat, şefkat tokadı ve dinlerarası diyalog gibi tanımlamaları da sıkça kullanan bu örgüt uzun yıllar boyunca edebiyat ve sanat alanında da manevi tahribatlara sebep olmuştur. Düzenledikleri sözde olimpiyatlar ile yurtdışındaki Müslüman çocukları da siyonizme asker ettiler. "Kutlu Doğum Haftası" olarak bildiğimiz Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed'in ( S.A.V ) doğum gününü bile istismar ettiler. Türkiye'nin her yerinde düzenledikleri seminerler ve konferanslar sayesinde kendilerine inanan insanları dünyalık vaatlerle kandırdılar. Gençleri hedef aldılar, "insan kaynağımız" dedikleri gençleri dershanelerde ve öğrenci evlerinde kendilerine göre yetiştirip gençleri vatanına ve milletine karşı kışkırttılar.

Biraz da peygamber ocağından bahsedelim. Askerlik, her Türk gencinin vatan borcudur. Büyüklerimiz bile halen asker ocağının peygamber ocağı olduğunu söyler. Birinci Cihan Harbi'nde Anadolu'da eli silah tutan herkes askere çağırılmış. Bir anne de gencecik evladını başına kına yakıp askere göndermiş. Oğlunun komutanı başına neden kına yakıldığını sorunca bilmediği için cevap verememiş. Annesine mektup yazıp bunun sebebini sormuş. Annesi de yazdığı mektupta "Ey gözümün nuru oğlum... Komutanına selam söyle. Biz kurbanlık koçları kınalar, öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail'sin. Orada şehit olacaksın inşallah... Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp öyle gönderdim" diye yazmış. İşte bizim milletimiz için askerlik bu denli kutsaldır.

Yıllarca küresel güçlerin güdümünde kalarak askeri darbeler yapan ordumuz ülkemizin gençliğine ve geleceğine büyük zararlar vermiştir. Ordumuza mensup yüksek rütbeli generallerin zaafları düşmanlarımızın en büyük silahı olmuştur. Bu yüzden ordumuz iblisin otağındaydı. 15 Temmuz'da da hain örgüt mensupları milletin silahıyla ve tanklarıyla milletimize ateş etti, vatanımızı işgal etmeye çalıştı. Namlusu düşmana doğrultulması gereken tanklar ve silahlar o gece Türk milletine doğrultuldu. Fakat o gün 27 Mayıs değildi, 12 Mart değildi, 12 Eylül değildi, 28 Şubat değildi. Rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes’i koruyamayan gönlü yaralı mahcup milletimiz tarihten aldığı dersle o gün ilk defa var gücüyle darbeye karşı çıktı. Ve ordumuz yani asker ocağımız, iblisin otağından peygamber ocağına geri döndü. En başta Ömer Halisdemir olmak üzere canı pahasına vatanımızı savunan kahramanları her zaman saygıyla ve duayla yâd edeceğiz.

Biz inançlı ve asil bir milletin torunlarıyız. Bu saatten sonra sırf alnı secde görüyor diye hiç kimseye kanmamalıyız. Ağlak vaizlere ve hocalara kanmayacak kadar uyanık olmalıyız. 15 Temmuz, milletin zaferi olarak şanlı tarihimizde yerini alacaktır. 15 Temmuz'u unutmamalıyız ve unutturmamalıyız. Şiirler, öyküler, hikâyeler, romanlar, diziler, filmler, sinemalar... Edebiyatın ve sanatın her alanında 15 Temmuz'a dair kalıcı ve güzel eserler üretmeliyiz. Bu hain işgal girişimine kalkışan vatan hainlerine de bunun hesabı sorulmalıdır ve en ağır cezaya çarptırılmalıdır. İstiklal uğruna bir gecede 251 şehit verdik, 2000’den fazla gazimiz var. Şehitlerimize ve gazilerimize minnettarız. Şehitlerimize Allah'tan sonsuz rahmetler niyaz ediyoruz. Gazilerimize de acil şifalar diliyoruz ve sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Allah vatanımıza, milletimize ve devletimize zeval vermesin.

O GECE UYANDIK!

15 Temmuz 2016 Cuma, Müminlerin idrak gecesi,
"Yeter artık" diyen aziz milletin şanlı iştirak gecesi,

"Ya kahraman olacağız, ya hain olacağız" diyen terörist hainler,
"Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber" diye karşı koyan müminler,

Gözlerimiz tanklarda, ellerimiz havada, kulaklarımız selalarda,
Korkular alınmış, yürekler iman dolmuş, tekbir sesleri semalarda,

"Ölümüne, ölümüne..." diyen bir liderin duruşuna şahit olduk,
Sadece bayrağımızla, çıplak ellerimizle gazi olduk, şehit olduk,

Uyandık, inandık, güvendik, kazandık, "La tahzen innallahe meana"
"Üzülme ALLAH (cc) bizimle beraberdir", Amenna ve saddakna


Bu köşe yazısı defa okunmuştur.